Erken Cumhuriyet Döneminden Freskolar – Mine Göğüş Tan’ın İki Kitabı Üzerine.
Bu yazı, İpek Demir ve Ateş - Prof. Dr. Mine Göğüş Tan'a Armağan başlıklı kolektif yayın içinde yeralmıştır. ( Editörler: Mustafa Sezer, Özlem Şahin. Turhan Kitabevi, Ankara 2024. vı +260 s. )
Yıllar önce antropolog Oscar Lewis’in (1914-1970) İşte Hayat adlı eserini okumuştum. Adıgeçen yazarın yoksulluk kültürü biçiminde kavramsallaştırdığı yapıyı resimlendiren temel eserlerden biri olan bu kitap Türkçede dış kapağında “Roman”, iç kapağındaysa “Belgesel Roman” olarak sunulmuştu. [1]İşte Hayat (Türkçesi Vahit Çelikbaş) E yayınları, İstanbul. LXIV+680 s. (Yayın tarihi belirsiz: muhtemelen 1960’ların son iki-üç yılı ile 1971 arası; kitapta sadece yayın … Tümünü Gör Nitekim bu antropolojik soruşturmanın kahramanlarından örneğin Fernanda’nın, onun kızları Soledad ve Felicita’nın oğlu Simplicio’nun ve diğerlerinin (onların sevgilileri, kocaları, karıları, çocukları, başka yakınları) San Juan’daki La Esmeralda gecekondu mahallesinde veya New York’ta yapılmış görüşmelerde anlattıkları, Lewis tarafından sanki bir romanın bölümleri gibi yazıya dökülmüştü ve öylece, roman keyfi alınarak okunuyordu. Bunda Vahit Çelikbaş’ın başarılı çevirisinin de payı vardır kuşkusuz.
Sözlü tarih alanında Prof. Mine Göğüş Tan’ın önderlik ettiği ve tarih ve antropoloji verileriyle yüklü iki çalışmanın verimlerini içeren yayınlar da okurda birçok yönüyle aynı etkiyi yaratıyor. Bu kitaplar, bir bakıma anılar/biyografiler/hayat öyküleri toplamı. Ama o metinler birlikte ele alındığında çok uzun bir dehlizin duvarları boyunca boyanmış, Rönesans freskoları benzeri bir nakış, bir işleme meydana geliyor.
Bu yazıda üzerinde durmak istediğim iki kitap şunlar: Anneanne – Sırlarını Eskitmiş Aynalar ile Cumhuriyet’te Çocuktular. [2]Kolektif, Anneanne – Sırlarını Eskitmiş Aynalar. Chiviyazilari Yayınevi, İstanbul, 2002. 198 s. Mine Göğüş Tan, Özlem Şahin, Mustafa Sever, Aksu Bora, Cumhuriyet’te Çocuktular. … Tümünü Gör
Bu iki eser her ne kadar ilk bakışta anneannelerle, çocukları işliyorsa da fiilen aynı kuşağın öykülerini derliyor. Çünkü yirminci yüzyılın son iki üç yılında yüksek lisans öğrencilerinin anneanneleri, doğal olarak yaklaşık seksen yıl öncesinin, 1920’lerin ve hemen öncesiyle sonrasının çocukları. Ancak birinde, Anneanne’de, bu öyküler yazılırken sadece ikisi hayatta kalabilmiş, erken dönem Cumhuriyet çocukları (ve anneanneler, demek ki sadece kadınlar) torunlarının ya da onları tanımış olanların anılarından aktarılırken diğerinde, Cumhuriyet’te Çocuktular’da çalışma sırasında hayatta olan kadın ve erkeklerin çocuklukları kendi ağızlarından derleniyor. Böylece ortaya çıkan bu iki eser sözlü tarihin dayanılmaz çekiciliğini duyururken bir yandan da bu yöntemin iki varyantını ortaya koyuyor.
Önce Kadın Freskoları: Anneanne
Anneanne on bir yazarlı bir eser. Kapağına bakılırsa Mine Göğüş Tan yazarlardan sadece biri. Ancak bu eser, kendisinin yönettiği yüksek lisans semineri kapsamında oluşturulan “Oto/Biyografi/Anneanne” işliği çerçevesinde biraraya gelmiş on bir kişinin ortak ürünü olsa da deneyi/işliği başlatan, yönetici düşünceyi belirleyen ve sürdüren herhalde Prof. Tan. Fakat o, alçakgönüllü bir tavırla, ortaya konulan ürüne tek başına sahip çıkmayıp kendini öne çıkartmadan, diğer on öğrencisiyle birlikte kitabın kapağına on bir yazardan [3]Diğer on yazar: Eser Köker, Gülsen Ülker Al, Satı Atakul, Çiğdem K. Aydın, Nuran Bayer, Menekşe İldan Çiftçi, Ebru Saner Kaan, Güzide Önem, Özlem Şahin, Güzin Yamaner. sadece biri olarak yerleştiriyor.
Mine Göğüş Tan, Anneanne’ye kaynak oluşturan unsurun “feminist hareketin biriktirdiği deneyimleri akademinin içine taşıma” girişimi olduğunu eserin başındaki bir tür ön bilgi/sunuş niteliğindeki sayfalarda açıklıyor. Gene aynı sayfalarda ilkin otobiyografi yazma biçiminde belirlenen çalışmanın, daha sonra bölümün bir başka öğretim üyesinin, Eser Köker’in girişimiyle ve gerçekleştirdiği örnekle, anneannelerin yaşam öykülerinin yazımına evrildiği açıklanıyor.
Yaşamları anlatılan anneannelerin o sırada hayatta olan ikisinin öyküleri doğrudan kendi anlatılarına dayandırılabiliyor. Diğerleri içinse, öyküyü aktaranın -varsa- çocukluğundan ya da ilk gençliğinden kalma anılarına ve yanısıra, işte anneler, teyzeler, dayılar gibi yakınların belleklerine başvuruluyor.
Eserde, anneannelerin öykülerinin arka plânında, Kurtuluş Savaşı’nı ve Cumhuriyet’in kuruluşunu önceleyen ve izleyen dönemlerde ve daha sonrasında, ülkenin içinde bulunduğu koşullar ve kimi olaylar belirginlik kazanıyor. Örneğin nüfusun, nice dramlara yolaçmış zorunlu ya da gönüllü yatay hareketliliği, göçler ve yanısıra göçerlerin iskânı vurgulanıyor. Kimi yapısal özellikler bunlara katılıyor: Çok karılılık, lévirat (dulların kayınbiraderle evlendirilmesi)[4][Ölenin karılarından biri] “Haydar Bey’in bir kardeşine, diğeri öteki kardeşine verilecektir… İki kuma artık elti olmuştur” [ve aralarındaki çatışma da böylece sona erer]. s. … Tümünü Gör ya da sororat (ölen karının yerine baldızla evlenme) [5] “Daha on yaşında iken, ölen bacısının yerine eniştesine verilen Nazik karı…” s. 84. çocuk evlilikleri, kırsalda kadının kocası ve ailesinin diğer erkeklerince acımasızca sömürülmesi… Nihayet bir anneannenin torunu kız oldu diye ağlamasını, “kadın olduğu için çekeceği çileye ağlıyorum” diye açıklayışıyla ülkenin toplumsal yapısına ilişkin acı veren gerçek çarpıcı biçimde vurgulanıyor. Böylece bu freskolar Türkiye’nin tarihi ve güncel toplumsal yapısına ilişkin pek gerçekçi ipuçları haline geliyor.
Anlatımlar her ne kadar çok renkli ve ilginç olsa da hem aile çevrelerinin genişliği bağlamında özel adların çokluğu, hem de akrabalık ilişkisi bağlantılarının, kimi zaman birinci tekil şahıs ağzından (alıntılar) kimi zaman üçüncü tekil şahıs olarak aktarımı öykülerin takibini bazen güçleştiriyor. Neredeyse, Dostoyevski, Balzac ya da George Elliot’unkilere benzeyen romanları okurken kimi zaman akla geldiği gibi bir dramatis personæ dizini çıkartma gereksinimi duyuluyor bağlantıları kavrayabilmek için.
Cumhuriyet’te Çocuktular
Mine Göğüş Tan’ın yürüttüğü ve aynı yıllarda –1990’ların son birkaç yılı– gerçekleştirilmiş lisans ve lisansüstü ders ve seminerlerinin bu ikinci veriminin tasarımı daha farklı. Prof. Göğüş Tan, bu sözlü tarih çalışması girişiminin “… üniversite öğrencilerinin geleneksel tarih öğretimi içinde zaman zaman yabancılaştıkları bir dönemi ve kuşağı daha iyi tanımaları adına girişilmiş bir deneme” olduğunu belirtiyor. Lisans, lisansüstü ve doktora öğrencilerinin birlikte katıldığı “Çocukluk Tarihi ve Toplumsal Tarihte Çocuk” dersinin ürünü kitap dört bölümden oluşuyor: Eksenler, Seçilmiş Anlatılar, Görüşmeci Öyküleri ve Mutfaktan. Öte yandan öncekinde torunların yazdığı anneanne öyküleri dizisinin tamamı yerine bu ikinci kitapta, yaşlılarla yapılan görüşmelerin sadece seçilmişleri (yarısından azı) dil, anlatım ve söyleyiş özelliklerine dokunulmadan yayınlanıyor. (Bu çalışmada görüşülenler, kitapta kendilerine verilen adla özneler[6]Toplumsal bilim çalışmalarında, evreni temsil eder biçimde belirlenen örnekleme katılan ve genellikle denek adıyla nitelenenler (çalışmada deneyim, düşünce ve davranışları konu … Tümünü Gör, bu kez sayıca çok daha fazla, 115 kişi). Buna karşılık, görüşmelerin tamamından elde edilen verilerin bir bölümü, yapılan, görüşmelerde belirginleşmiş, çok kişinin paylaştığı ya da birleştiği düşünceler, olgular, yaşantılar topluca, fakat gene öznelerin dilinden alıntılarla temellendirilerek “Eksenler” başlığı altında ve bir tür sentez biçiminde ortaya konuluyor. Bu eksenler Okul Yaşamı (fiziki koşullar, öğretmenler, disiplin, cezalar, bir tarihe kadar mahalle mektepleri, okulda giysi, ders dışı etkinlikler), Cumhuriyet Algısı ve Atatürk başlıkları ve alt başlıklarıyla belirleniyor. “Mutfaktan” bölümündeyse bu eğitim/öğretim deneyinin özellikleri, aşamaları, karşılaşılan sorunlar, verilerin işlenmesine ilişkin ayrıntılar kâğıda dökülüyor.
Kimi öznelerin çocukluk anıları içinde, örneğin, Cumhuriyet’in ilanı karşısında halkın tutumuna ilişkin ve günümüzdeki kimi tavır ve tutumlarla da bağlantısı kurulabilecek unsurlar bulunuyor. “Cumhuriyet ilan edildiğinde… okumuşlar memnun oldular tabi. Maziye bağlı olanlar üzüldüler. Maziye bağlı olanlar Cumhuriyet için bir şey demiyorlar da şeye… Cumhuriyet’le beraber saltanat da lağvedilmiş oldu. Halife yurtdışı edildi filan, ondan sonra, ona üzülüyorlardı. Halife falan gitti diye.” (Azmi Çapanoğlu ile yapılan görüşme, s. 127). “Biraz da Cumhuriyet’in kuruluşunda hem sevinç vardı hem de biraz şaşkınlık vardı. ‘Padişahım var ol! Padişahım’ diye yıllarca bağırmış insanlar, birdenbire Cumhuriyet deyince bir şey geçirdik. Fakat çabuk benimsediler Cumhuriyet’i. (…) Tabii Anadolu’da Padişah taraftarı hareketler olmuştu.” (İhsan Topaloğlu ile yapılan görüşme, s. 247)
Bu çalışmanın bir başka ilginç özelliği görüşmecilerim öykülerini, izlenimlerini de ayrı bir bölümde sunması. Bunlarda öne çıkan unsurlardan biri yaşlı öznelerin kuşkuları, korkuları ve yalnızlıkları. Öte yandan yaşlılara yaklaşımın günümüz koşullarında gençler açısından, en azından üniversite öğrencileri söz konusu olduğunda, güçlüğü vurgulanıyor. Birçoğu hiç tanımadıkları yaşlılara, aracılık görevi yapan arkadaşları, tanıdıkları vasıtasıyla ulaşabilmişler.
Bu kitaptaki görüşülenler ile öncekindeki yaşamöyküleri aktarılan anneannelerin meydana getirdikleri bütünlerde, farklı insan demeti, farklı toplumsal kümeler ortaya çıkıyor. Anneanne’de genel olarak belki iki istisna dışında, 1. ve 3. kuşaklar -anneanneler ile üniversite öğrencisi araştırmacı/yazarlar- arasında önemli bir dikey soysal mobilite gözlenirken, Cumhuriyet’te Çocuktular’ın 1908-1927 arasında doğmuş özneleri, “Mutfaktan” bölümünde de belirtildiği gibi, “daha çok kentli, meslek sahibi ve kendi yaşamları üzerine düşünmüş kimseler.” Bunların arasında, esnaf, zanaatkâr, öğretmen ve subaylar ile üniversite öğretim üyesi, yüksek kamu yöneticisi, bakan gibi, adları kamuoyunca bilinen kişiler de bulunuyor.
Anneannelerin bazılarının coğrafi kökleriyle, diğer kitapta çocukluklarını anlatanların kökleri Osmanlı İmparatorluğunun birbiri ardına elden çıkan topraklarında bulunuyor: Selanik, Sakız Adası, Saraybosna, Varna, Bağdat, Halep, Rusya…
* * *
Cumhuriyet’te Çocuktular’ın “Giriş” bölümünde yazar, “Bu çalışma [sınırlılıkları gözönünde tutulmak koşuluyla] bir Cumhuriyet tarihi kitabı olarak da okunabilecektir” diyor. Gerçekten bunda ve önceki kitapta Erken Cumhuriyet’in kimi toplumsal ve toplumbilimsel özelliklerine ilişkin, çoğunlukla sıradan bireyler üzerinden ve çocukluk anılarından süzülen bilgiler ve çok işlemeli ve gerçekçi bir resim buluyoruz. Oysa Büyük Tarih’te örneğin, o dönemde okul çocuklarının çok önemli bir bölüğünün babasız olduğu kaydedilmez. Kurtuluş Savaşı sırasında ve hemen öncesinde, işgal altındaki topraklarda –ülkenin büyük bir bölümünde– en büyük iki emperyalist ülkenin kışkırtması ve desteğiyle Batı Anadolu’yu işgal eden ülke askerlerinin, şimdi savaş suçu sayılacak eylemleri ve bunların halk üzerinde yarattığı korkular da Kurtuluş Savaşı kahramanlıklarının öyküsü ardında kaybolur. Balkanlar’dan Anadolu’ya, Güneydoğu Anadolu’dan, dahası şimdi hudutlarımız dışında kalmış Balkanlardan, Mezopotamya’dan Anadolu’ya göçlerin bireysel düzlemdeki yaşanışları da Büyük Tarih’te bulunmaz. Dolayısıyla bu kitaplarda, tarihi yapanlar değil, tarihi yaşayanların öyküsü öne çıkıyor. Bir bakıma tarihsel olayların mikro sosyo-psikolojik arka planı belirginlik kazanıyor.
Bu kitapların okunması sonucunda sadece işlenen konular, elde edilen bilgiler, işte izlenen, seyredilen o Erken Cumhuriyet freskosu değil ilgi çeken; yanısıra Mine Göğüş Tan’ın sıradışı eğitimci özellikleri de bu yayınlarda kendiliğinden ortaya çıkıyor. Nitekim bu iki eser öz bakımından ayrıksı bir eğitim deneyiminin ve sürecinin, hayli sıra dışı bir eğitim yordamının ürünü. Buna bir de Mutfak başlığını taşıyan dördüncü bölümde sözlü tarih çalışmalarında dikkate alınacak hususlar ve izlenecek yola-yordama ilişkin, doğrudan görüşmeci deneyimlerinden süzülmüş verilerin esinlendirdiği görüşler eklenmeli. Nihayet bu eserlerin/bilginin üretilmesinde izlenen yöntem, Prof. Göğüş Tan’ın öğretici-eğitici olarak ulaştığı yüksek etkinliğin de kanıtı gibi duruyor. Bu kitapta da gene gerek doktora gerekse lisans öğrencilerinden üçünün adları, eserin kitaplaştırılmasındaki katkıları nedeniyle “yazarlar” olarak kitabın künyesinde yeralıyor.
Şu da belirtilmeli: M. Göğüş Tan sadece bu iki kitabın içeriğini oluşturmak yaratmak için gereken katkıları esinlendirmek, birleştirmek ve yönetmekle yetinmiş değildir. Bunun dışında anlaşıldığı kadarıyla yapıtlar ortaya çıkarıldıktan sonra bu kez yayımlanmalarını sağlamak için de uzun ve bazen yıldırıcı çabalar göstermesi gerekmiştir.
Biri on beş, diğeri yirmi yıl önce Prof. Mine Göğüş Tan’ınn imzalayarak armağan ettiği bu iki kitaba yeniden dönmek ve onlarla işte üç-dört gün, inceleme yazısı için de belki bir hafta, on gün kadar zaman geçirmek, Erken Cumhuriyet dönemine ilişkin bir freskoyu izlettirmenin yanısıra, bir edebiyat dalı niteliğiyle biyografi-anı türünün keyiflerini duyurdu bana. [Bu metinleri ilk okuyuşum değildi, fakat yeniden okuduğumda, ne türden bir çalışma oldukları dışında ayrıntılarından pek az şeyi hatırladığımı da farkettim, ama şimdi ikinci okumadan sonra ve özellikle bu notlardan sonra daha uzun süre aklımda kalacağını düşünürüm. Şu anda adını anımsayamadığım bir yazar, –Cl. Lévi-Strauss muydu?– “insan en iyi yazarken öğreniyor” demişti, ne kadar doğru!]
Sözlü tarih yöntemiyle derlenen bireysel deneyimler ve kısmi yaşam öyküleri işte böyle belli kategoride özneler üzerinden geliştirildiğinde ortaya sosyolojik bir tablo çıkarıyor. Ancak sosyolojiyle antropolojinin kavşaklarından birinde Mine Göğüş Tan, “büyük kuramlar” peşinde değildir. Fevkalâde ince kuramsal tartışmalardan ve çözümlemelerden uzak durur, içlerinde kaybolmaz. Öğrencileriyle birlikte toplumsal gerçeğin, ya da değişim içindeki topyekün toplumsal olayın bir ânını yakalar.
Yukarda vurgulamayı denediğim nitelikleriyle bu eserler ve yanısıra yayımlanmalarından on beş-yirmi yıl sonra birilerinin çıkıp bu kitapları inceleme konusu seçmesi, belki de saltık toplumsal bilim incelemelerine/monografilerine kıyasla çok daha uzun ömürlü olabileceklerini/olabildiklerini düşündürüyor okura.
Dipnotlar
↑1 | İşte Hayat (Türkçesi Vahit Çelikbaş) E yayınları, İstanbul. LXIV+680 s. (Yayın tarihi belirsiz: muhtemelen 1960’ların son iki-üç yılı ile 1971 arası; kitapta sadece yayın hakkının 1965 yılı itibariyle Oscar Lewis’e ait olduğunu belirten bir kayıt var. Eserin özgün adı ve künyesi: La Vida: A Puerto Rican Family in the Culture of Powerty: San Juan and New York, Random House. New York 1966. 669 s. |
---|---|
↑2 | Kolektif, Anneanne – Sırlarını Eskitmiş Aynalar. Chiviyazilari Yayınevi, İstanbul, 2002. 198 s. Mine Göğüş Tan, Özlem Şahin, Mustafa Sever, Aksu Bora, Cumhuriyet’te Çocuktular. Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul 2007. 512 s. |
↑3 | Diğer on yazar: Eser Köker, Gülsen Ülker Al, Satı Atakul, Çiğdem K. Aydın, Nuran Bayer, Menekşe İldan Çiftçi, Ebru Saner Kaan, Güzide Önem, Özlem Şahin, Güzin Yamaner. |
↑4 | [Ölenin karılarından biri] “Haydar Bey’in bir kardeşine, diğeri öteki kardeşine verilecektir… İki kuma artık elti olmuştur” [ve aralarındaki çatışma da böylece sona erer]. s. 56. |
↑5 | “Daha on yaşında iken, ölen bacısının yerine eniştesine verilen Nazik karı…” s. 84. |
↑6 | Toplumsal bilim çalışmalarında, evreni temsil eder biçimde belirlenen örnekleme katılan ve genellikle denek adıyla nitelenenler (çalışmada deneyim, düşünce ve davranışları konu edilen ve çözümlenen kişiler) için kuşkusuz çok daha uygun görünen bu terimin, kitapta “çocukların tarihin özneleri olarak tanımlanmaları” (s. 11 ve s. 473) dolayısıyla kullanıldığı açıklanıyor. Ama bu sözcüğün, incelemede yaklaşım ne olursa olsun incelenen toplumsal kümelenmenin veya olgunun aktörleri için, araştırma örneklemine giren bütün bireyler için “denek” sözcüğünden daha uygun olduğu görülüyor. |