Bir Müze Gezisi
Bu yazı Motor Boat and Yachting dergisinin Kasım 2014 tarihli 84. Sayısında (s. 106-111) yayımlanmıştır.
BELÉM’DE KEŞİFLER TARİHİ VE DENİZLERDEN ESİNTİLER
Güneybatıdan gelip, Kuzeydoğu-kerte-Kuzey rotasında Tejo Irmağının ağzına ulaşan gemi, Bugio Kalesi ve Fenerini sancakta, São Julião da Barra Kalesini iskelede bırakıp, burnunu doğuya çevirir ve Tejo’nun bir iç deniz görünümündeki halicini Atlantik’e bağlayan, yaklaşık sekiz deniz mili uzunluğundaki boğaza girer. Boğazın Cintra tepelerine doğru yumuşak bir eğimle yükselen ve kıyıda ancak hafif iniş çıkışlarla uzanan kuzey kıyısı, hemen hemen kesintisiz biçimde yapılaşmıştır. Ama yerleşimler oldukça sık ve yoğun yeşil alanlarla bezelidir. Bir beton yığını görünümü hiç yoktur. Güney kıyıdaysa, denize dikey vadilerle birbirinden ayrılan, aklanları yeşilliklerle kaplı, çok yüksek sayılamayacak, ama yamaçları daha dik tepeler yolcunun gözünü oyalar. Bu kıyıda, boğazın girişinde ve çıkışında iki yerleşim alanı dışında, sadece vadilerin denize ulaştığı noktalarda, tabanlarda, daha çok sanayi iskeleleri ve yakıt tankları, silo gibi unsurlar göze çarpar, ama tepelerde dağınık düzende, birbirinden yalıtılmış, varsıl oldukları izlenimi veren konutlar görülür. Gemi, Bugio Fenerini bordaladıktan kısa bir süre sonra, beş yüzyıl kadar önce birçok keşif seferinin başlangıç noktası, şimdiyse Lizbon’un en ilginç mahallelerinden biri olan Belém önlerine gelir. Belém’in boğazdan görülen iki önemli anıtı Belém Kulesi ile onun hemen doğusundaki Keşifler Anıtıdır. Belém Kulesi, Bugio ve São Julião Kaleleriyle birlikte Tejo Irmağının girişini ve böylece Lizbon’u koruyan yapılar bütününün bir parçası olarak 16. yüzyıl başlarında inşa edilmiştir. Keşifler Anıtıysa birçok keşif seferinin, o arada Vasco da Gama’nın Ümit Burnu’nu dolanarak Doğu Hintelleri’ne deniz yolunu keşfettiği yolculuğun başlangıç noktasını işaretler. Bir gemi pruvasına benzetilmiş kaidenin üzerinde, en önde, elinde Lâtin yelkenli karavela maketiyle Şehzade “Denizci” Dom Henrique vardır. Onun ardında Bartolomeu Dias, Vasco da Gama, Brezilya’nın kâşifi Pedro Alvares de Cabral, Fernão de Magalhães (Macellan) ve diğer süvariler, kaptanlar, monarklar, şehzadeler sıralanmıştır. Denizci Henrique’nin anası, Lancasterli Philippa da, arkalarda bir yerde (batı yanında) diz çökmüş, denizcilerin başarıları için dua etmektedir. Çevrelerinde ve artlarında kılıçlı ve mızraklı silâhendazlar, ellerinde usturlâplar ve Yer merkezli çemberden gökkubbelerle astronomlar (Pedro Nunes), denizciler, haritacılar, ressamlar (Nuno Conçalves), istavroz taşıyan din adamları ve keşişler görülür. Keşif atılımının bütün beyinleri ve kolları hep birlikte açık denizlere, yeni topraklara yönelmektedir. Bu anıtın genel yapısı biraz Beşiktaş’taki Barbaros Anıtını çağrıştırır. Ama ondan daha büyüktür ve üzerinde daha kalabalık bir figürler topluluğu vardır.[1]Barbaros Anıtının figürleri bronzdan dökülmüştür, Keşifler Anıtındaysa figürler kumtaşından yontulmuştur. Bu anıt her ne kadar 1960 yılında, demek ki Barbaros Anıtından çok … Tümünü Gör


Denizden gelen yolcu böylece Lizbon’un denizcilik geçmişiyle ilk temasını kurmuş olur. Hemen sonra gemi, evvelce Salazar Köprüsü adı verilen, ama Karanfil Devriminden sonra (1974) adı “25 Nisan Köprüsü”ne dönüştürülen, gerek rengi gerek çizgisiyle San Francisco Körfezindeki Golden Gate’i çağrıştıran, sanki ondan öykünülmüş gibi duran bir köprünün altından geçer. Ama köprüden daha çekici olan, onun güney ucunun hemen ötesindeki Christo Rei Anıtıdır. Bu anıt, bu kez Rio de Janeiro’da, Corcovado Dağının zirvesine kondurulmuş o çok bilinen, (en azından fotoğraflarıyla) çok görülen “Kurtarıcı İsa” Anıtını akla getirir. Kaldı ki ondan esinlenildiğini belirten kaynaklar da yok değildir. İşte o anıtın karşısında, 25 Nisan Köprüsünü geçer geçmez, kuzey kıyıda Alcantara kutuyük rıhtımı bulunur. Bu uzun rıhtıma gezi gemileri de yanaşabilmektedir. Ama gerek yük gemileri gerekse gezi gemileri için rıhtımlar, “Saman Denizi” (Mar da palha) adı verilen ve aslında suları da tuzlu olan halicin kuzey kıyısı boyunca uzar gider. Dökme tahıl ve sıvı yük terminalleriyle bazı sanayi rıhtımlarıysa güney kıyıdadır. Şileple Lizbon’a varmak, dünyanın birçok başka limanına göre çok kolaylık sağlar. Çünkü kutuyük ve genel amaçlı kuruyük rıhtımlarından hangisine yanaşırsanız yanaşın, kent hemen oradadır ve rıhtımların sınırını aşar aşmaz toplu taşım araçlarına ulaşma olanağı bulunur.
Belém
Sodre Rıhtımından batı yönüne giden 15 numaralı tramvay Belém’e sizi bu kez karadan götürür. İşin güzelliği şu ki, bu hatta çalışan otobüsler ve modern tramvaylar dışında, talihiniz yardımcı olursa arada bir geçen, İstanbul’un şu eski tramvaylarının neredeyse aynısı ve muhtemelen onların yaşıtı araçlardan birini de yakalayabilirsiniz. Biraz daha sarsıntılı ve gürültülüdür. Kliması yoktur, ama yazın bütün camları açıktır. Tercih edilebilir.


Otobüsle ya da yeni tramvayla gidiyorsanız Largos Jerónimos’ta inersiniz. Eğer eski tramvayla geldiyseniz orası zaten son duraktır. Yüzünüzü batıya döndüğünüzde sol yanınızda, ırmak yönünde, doyumsuz güzellikte mor çiçekli jakaranda ağaçlarıyla (mevsimiyse eğer, lâkin bu çiçeklerin mevsimi hayli uzun sürer) bezeli bir park uzanır, sağınızdaysa 16. yüzyılın başlangıcında inşa edilmiş Aziz Hieronimus Manastırını görürsünüz. Taç kapısı öylesine görkemli ve güzeldir ki, 2007 yılında Avrupa Birliği kurucu metinlerini tadil eden Lizbon Antlaşmasını manastırın iç avlusunda imzalayan devlet ve hükümet başkanları, tam yirmi yedi “önde gelen”, aralarına AB Komisyonunun ve Parlamentosunun başkanlarını da alıp, anı fotoğrafını bu kapının önüne dizilerek çektirmekten mutluluk duymuşlardı. Taç kapı; çok sayıda dini temalı heykel, alçak kabartma, arma, burmalı sütun, yuva ve bezekli kemerle süslenmiştir. Bu kadar yüklü bir süsleme biraz yorucu görünüyor. Ama kimilerine göre bu manastır, taç kapısı, iç avlusu ve Santa Maria Kilisesiyle, Gotik ve Rönesans tarzlarının İber Yarımadasında evrilmiş bir kırması niteliğindeki Kral Manuel tarzının [Manuelin] en güzel örneklerinden biridir. Bu tarzın, herhalde keşiflerin getirdiği zenginliğin etkisiyle, mimar ve taş ustalarının imgelemlerini alabildiğine özgür kılabildiği ve onların yaygınca istihdam edildikleri bir dönemde geliştiği anlaşılıyor. Nitekim süslemelerde, keşifler yoluyla uzak denizden gelen zenginliğin kökenine yollamalar pek çoktur. Manastırın avlusunda ve iç mekânlarında taştan oyulmuş/yontulmuş gemiler, çemberli gökkube tasvirleri, usturlaplar ve halatlar görülür. Zaman, dış mekânlardaki yontuları yıpratmış olsa da işçiliğin niteliği belirgindir. Manastırın ana unsuru Santa Maria Kilisesinde, kral ve hanedan üyesi lahitlerinin yanısıra bir de bu zenginliklerin kaynağındaki bir denizcinin, Vasco da Gama’nın lâhdi vardır. 16. yüzyılda inşa edilmiş bu manastır külliyesine 19. yüzyılda batı yönünde bir bölüm eklenmiştir. Bu bölüm şimdi Lizbon Arkeoloji Müzesiyle Deniz Müzesini barındırıyor.
Deniz Müzesi (Museu de Marinha)


Belém’de, Milli Savunma Bakanlığına bağlı Deniz Müzesi, kanımca Avrupa’nın en önde gelen deniz müzelerinden biridir. Gerek yerleştiği alanın büyüklüğü, gerek sergilenen malzemenin miktarı ve çeşitliliği açısından etkileyicidir. Ayrıca çok ussal bir sergileme sırası/yöntemi gözetilmiştir. Bu müzede denizcilik tarihi keşifler tarihiyle birlikte izlenir. Keşiften savaşa, balıkçılıktan gezi denizciliğine, sportif yarış teknelerinden saltanat kayıklarına, şileplerden uzun yol hat gemilerine, maçunalardan tarak gemilerine, yandan çarklılardan kıçtan çarklı nehir gemilerine, okul gemilerinden kraliyet yatlarına, usturlaplardan atlaslara, kronometrelerden kum saatlerine, yalpa sarkaçlarından barometrelere, sekstantlardan oktantlara , teodolitlere kadar çok geniş bir yelpazede ve işte dört beş yüzyıllık bir zaman dilimi içinde tarihlenen malzemeler sergilenir.
Girişte sizi, Şehzade “Denizci” Dom Henrique’nin (1394-1460) büyük boyutlu bir heykeli karşılar. Keşifler Anıtının heykeltraşı Leopoldo de Almeida’nın 1960 tarihli bu eseri öyle pek bir hayranlık uyandıracak türden değildir. Ağır ve ayrıntıdan hayli yoksun bir kütledir. Çevresinde Portekizli kâşiflerin heykelleri, arkasındaki duvardaysa Portekizli denizcilerin 15 ve 16. yüzyıllarda gerçekleştirdikleri keşif seferlerinin rotalarının ve 1494 tarihli Tordesillas Antlaşmasıyla belirlenen, yeni keşfedilmiş ve keşfedilecek toprakların mülkiyetini Portekiz ve İspanya arasında paylaştıran sınırın işaretlendiği, güzel işli büyük bir harita bulunur.
İlk Açık Deniz Gemileri


Geçilen ilk sergileme mekânında, 15. yüzyılın Lâtin yelkenli karavela modelleriyle keşifler tarihine
dalınır. Camdan, büyük bir kare küp içinde maketleri sergilenen, çeşitli dönemlerde inşa edilmiş iki ilâ dört direkli, salt Lâtin ya da Lâtin ve kare yelkenli bu gemilerden hiç bir plan günümüze kalmadığı için, bu modeller, kimi eski kitaplardaki betimlemeler ile eski tablo ve kabartmalara dayanılarak yapılmıştır. O nedenle imgelemi coştursa da, ussal kavrayışı biraz zorlar. 1419’da Madeira Adalarını keşfeden João Gonçalves Zarco;otuz yıl kadar sonra Batı Afrika kıyılarını Yeşil Burun’a kadar açınsayan Dinis Dias; 1482’de Kongo Irmağının halicine ulaşan Diogo Cão ve birçok başkası, dönemlere ve koşullara göre boyları 12 ile 30 metre arasında değişen bu gemilerle, karavelalarla denize açılmışlardı. Karavelalar önceleri sadece Lâtin yelkenle donanmışken, daha sonraları bunlara kare yelkenler de eklenmiştir. Öte yandan ilk karavelalarda cıvadra bulunmazken, sonrakilere eklenmiş ve o sayede bu gemilerin yelken yüzölçümleri başta bir flok yelken ve bir de cıvadraya bağlı serene basılan ek bir kare yelkenle (açavela) büyütülmüştür. Geç XV. yüzyılda karavela tarzı gemiler, baş ve kıç kasaraları iyice yükseltilip, bordalarına kapaklı top lumbarları eklenenerek “karak”lara evrilmiştir. (Portekizce Nau Fr. Nef ya da Caraque). Christoforo Colombo’nun Santa Maria’sı, Da Gama’nın São Gabriel’i, Macellan’ın dünya çevresinde dönüşünü tamamlayan tek gemisi Victoria bu türdendir. Kalyonlara gelindiğinde Lâtin yelken sadece mizana direğinde kalmış, sonra yerini randaya bırakmış ve kabasorta arma (kare yelken) egemen olmuştur. Ama daha sonraları, günümüze kadar, bütün kare yelkenli kabasorta armalı gemilerde gerek flok gerekse velena yelkenleriyle, üçgen yelken kullanımı devam etmektedir.


Cristoforo Colombo’nun önerisini geri çevirip, onun Kastilya Kraliçesi Isabella’ya başvurmaya ve İspanya hesabına yeni topraklar keşfetmeye iten Portekiz Kralı İkinci João’nun heykelinin önünde fazla oyalanmadan ilerleyelim. Bu kez bir 16. yüzyıl gemisinin maketi görülür. Karakların evrilmişi bir kalyon: 1589’da Lizbon’da inşa edilmiş Madre de Deus iki tam, iki de yarım güverteli, 50 metre uzunluğunda, yuvarlak tekneli boyuna göre fazla geniş bir gemidir. Üç direkli bu gemide, seren yelkenlerin dışında, mizana direğinde tek bir Lâtin yelken kullanılmıştır. Kalyonlar XVII. yüzyıldan başlayarak, gittikçe büyümüş ve donanmaların ateş gücü en yüksek gemileri konumunu 19. yüzyıla kadar korumuştur. Değişen savaş taktikleri sonucu onlara “hat gemisi”, ya da “birinci hat gemisi” adı verilmiştir. Bunların Osmanlı donanmasındaki örneği Mahmudiye kalyonudur. Lizbon Deniz Müzesinde bu noktadan sonra, birbirini izleyen ve Manastırın iki cephesini dolanan uzun galerilerde, 21. yüzyılın ilk yıllarında inşa edilmiş gemilere kadar, gemi teknolojisi ve mimarisindeki evrimi izlemek mümkündür.[2]Yelkenli gemilerin gelişiminin, güzel çizimler eşliğinde anlatıldığı Türkçe özgün bir kaynak için bkn. Yücel Köyağasıoğlu, Yelkenliler, Naviga Yayınları, İstanbul 2014. 184 s. Bazıları hayli büyük ölçekli maketlerin önünde ziyaretçi, biraz imgelem gücüyle, hayranlık veren ama akıl almaz bir serüvenin içinde ilerler. Galerinin merkezindeki camekânlarda korunan gemi maketleri, sağda ve sol yanlarda sergilenen gerçek nesnelerle bütünleşir. Evet bu bir modeldir, ama yandaki döküm top, onun aslının güvertesindeydi, öte yandaki oktant, zabitleri tarafından kullanılmıştır. Duvardaki bu eski harita kaptanın masasında seriliydi ve üzerinde de ilerdeki vitrinde yeralan paralel cetveller, pergeller duruyordu. Şuradaki gemi kampanası her yarım saatte bir vurulurdu. Yandaki, adam tasvirlerine giydirilmiş üniformaların parıltısı yeni olduklarının işareti ama ellerine tutuşturulan tüfek oyuncak değil. Öte yandan zamanında o üniformaları süsleyen madalyalar da işte ilerde solda sergileniyor. Gemilerin gönderlerine çekilen sancaklar da orada.
Ticaret Bahriyesi Bölümü
18. yüzyılda, kıyılarda kullanılan tekneler dışında, açık deniz gemilerinde, ticari ya da savaş gemisi ayırımı pek yoktur. Ticarette kullanılan gemiler de silahlıydı. Öte yandan yolcu gemisi yük gemisi ayırımı da yapılamazdı. Dar anlamda ticaret bahriyesi 19. yüzyılda oluşmuştur. Bunun için, bir yandan deniz ticaretinin hacim kazanması, bir yandan da esir ticaretinin yasaklanması, corsaire ya da privateer adı verilen ve hükümetinden aldığı ruhsatla savaşılan ülkenin ticaret gemilerine el koyma yetkisini taşıyan deniz akıncılarının faaliyetlerinin son bulması, denizlerin güvenli hale gelmesi gerekmiştir. Müzenin 15-18. yüzyıl denizciliğine ayrılmış kanadının üst katı, Portekiz ticaret bahriyesine ait malzemeleri barındırıyor. Girişte 19. yüzyılın en zarif yelkenli türlerinden üçünün ayrı camekânlarda sergilenen büyük ölçekli örnekleriyle karşılaşıyorsunuz: Bir clipper örneği, S/V Alpha, sonra bir barko, S/V Almira; ardından 1880-1890 yılları arasında inşa edilmiş bir brik, S/V Orion. Çevrelerinde bir yandan miyar pusulası, kampana, tek göz dürbün, hızölçer parakete gibi güverte levazımatı, bir yandan da gemi mobilyası örnekleri ile yemek ve çatal bıçak takımları vd. görülüyor. Duvarlardaysa birçok “yarım model” asılı. Uzun galeride ilerleyince önce 20. yüzyılın başlarından kepçe kıçlı, ince bacalı buharlı yolcu gemisi örneklerine ulaşılıyor. Çoğunlukla baş tarafta ambarları da olan, dolayısıyla bumbalı vinçlerle donanmış bu gemilerle, Portekiz’in Afrika ve Uzakdoğu’daki sömürgeleri arasında yolcu ve yük taşıması yapılmış. Aynı dönemden buharlı şilepler ve römorkörlerle buharlılar döneminin panoraması tamamlanıyor. Ardından geçen yüzyılın ikinci yarısından günümüze, kutuyük gemilerine ve tankerlere kadar çeşitli motorlu gemiler sergileniyor. Ancak gerek buharlı gerekse daha sonranın motorlu gemileri olsun, bunlar, çağdaşları Hollanda, İngiltere, Fransa hatta Belçika bayraklı gemiler kadar gösterişli değildir. Aslında Portekiz’in bir sömürge devleti olarak gücü azalmış nefesi kesilmiş gibidir. Atlantik ya da Uzakdoğu hatlarında batı Avrupa’nın diğer denizci uluslarının ticaret bahriyeleri öne geçmiştir. Nitekim bu durum, müzenin alt katında 20. yüzyıl bölümünün sonlarında başka bir biçimde anımsanacaktır: Portekiz’in düşük diktatörü Salazar dönemindeki son sömürge savaşları.
Buharlı Gemilerden Gaz Türbini ve Dizel Motorlu Gemilere
Manastırın kuzey kanadında, alt katta, 19. yüzyıldan başlayarak denizcilikteki gelişmeleri izlemek mümkün. Burada artık iyice incelmiş tekneleri, iyice alçalmış üst yapılarıyla zarif yelkenli firkateynlerden hemen sonra, hem rüzgâr gücü hem de buhar makinasıyla yol alan karma itişli gemiler görülür. Bunlarda, pruva ve grandi direklerinin arasında, direklerin hafifçe arkaya çalımıyla (eğimiyle) uyumlu ince bacalar vardır. Bu bölümde bunlardan brik armalı 1876 İngiliz yapımı bir gun-boat, Bengo; çelik tekneli, barkentin armalı ve mahmuzlu bir başkası ve barko armalı Rio Tamega’nın maketi dikkat çekiyor. Bu savaş gemilerinde toplar henüz taretler biçiminde başta, kıçta ve üst güvertelerde değil, eski fırkateyn, korvet ve kalyonlarda olduğu gibi, her iki alabandada top lumbarlarının ardındadır.




1850’ler dolayında yaygınlaşmaya başlayan bu tür karma itişli gemilerde önceleri yelken esas, buhar makinası yardımcı unsur iken, sonraları, yelken yardımcı unsur haline gelmiş ve yüzyılın sonlarında yelkenden bütünüyle vazgeçilmiştir. Müzede modelleri sergilenen bu türde askeri gemilerden en uzun süre hizmet edeni 1909 yılında hizmetten alınmıştır. Bu gemilerin Portekiz’in Afrika, Hint alt kıtası ve Uzakdoğu’daki sömürgelerinde kullanıldığı anlaşılıyor. 1900’lerin başında savaş gemilerinde yelkenden tamamıyla vazgeçilmiş olsa da Avrupa ile Amerika ve Pasifik arasında, çelik tekneli, dört hattâ beş direkli, barko armalı yelkenlilerle ve Horn Burnu yoluyla yük taşımacılığı 20. yüzyılda 20-30 yıl kadar daha devam edecektir. Bu yelkenlilerden bazıları daha da uzun yıllar, işlev değiştirerek ve çağdaş seyir aletleri ve motorla donatılarak hizmette kalmışlardır. 1926 yılında Almanya’da inşa edilen neredeyse doksan yaşındaki sonuncusu, günümüzde, S/V Kruzenshtern adıyla ve Rus Bayrağı altında okul gemisi olarak kullanılmaktadır. Galeride birkaç adım daha atınca, karma itişli gemiler geride kalır ve 19. yüzyılın sonunda yaygınlaşmaya başlayan güçlü buharlı makinelere sahip zırhlılara ulaşılır. Bunlarda hâlâ, üzerlerinde çanaklıklar bulunan yüksek direkler vardır, hatta serenler de görülür, ama işlevleri yelkenleri taşımak değildir. Bunlar arasında müzedeki en önemli parça, Portekiz tarihinin iki farklı olaylar zinciriyle ilişkili Adamastor kruvazörüdür: 19. yüzyılın ikinci yarısında Afrika’nın içleri henüz yeni açınsanmaktadır ve sömürge imparatorluklarının yeni ve son hedefi durumundadır. Dört yüzyıldan beri Afrika kıyılarında önemli duraklar kurmuş Portekiz önce bu gelişmelere kayıtsız kalır. Bir yanda Belçika, bir yanda Fransa ve bir yanda da Alman İmparatorluğu Afrika’da yeni topraklar peşindedir. Bu girişimleri o yörelerin kıyılarını eskiden beri denetleyen Portekiz’in zararınadır. Kongo Irmağının kıyıları da o sıralarda bir noktaya kadar Portekiz’in denetimindedir. Ama Belçika Kralı adına Henry Morton Stanley, Fransa adına da Pierre Savorgnan de Brazza, Kongo Deltasında üslerini kurarlar. Irmağın kuzey kıyısı Fransızların güney kıyısıysa Belçikalıların denetimine geçer. İşte Portekiz de, 1884-85 yıllarında, Afrika’nın içlerini, özellikle Mozambik’in kuzeyindeki Cuando Irmağının havzasını açınsamak –ve el koymak– için keşif seferleri düzenler. Amaç Afrika’nın güney yarısında Batı kıyıdaki Angola ile Doğu kıyıdaki Mozambik arasındaki şeridi ele geçirmektir. Ama o yörelere Büyük Britanya da göz koymuştur. Londra 1890’da Portekiz’e bir ültimatom vererek, Mozambik’in batısında mücavir topraklardan (günümüzdeki Zimbabve ve Malavi toprakları) çekilmesini talep eder, aksi halde diplomatik ilişkilerini keseceğini ve savaş açacağını bildirir. Donanmasını Mozambik kıyılarına yollar. Britanya’nın gücüyle başa çıkamayacak durumdaki Portekiz, talep edilen topraklardan çekilir. Ama halk bir eziklik ve öfke duyar. Bu eski müttefiklerinin, Napolyon Savaşlarında destek verdikleri İngilizlerin ihanetine uğramışlardır. Tepki olarak, Portekiz’in Orta ve Güney Afrika kıyılarındaki egemenliğinin sembolü olacak ve koruyacak bir gemi sahibi olma amacıyla bağış toplama girişimi başlatılır. O gemi işte Adamastor zırhlı kruvazörüdür. Adamastor’un adı, Portekiz tarihindeki bir başka önemli olayla daha anılır. Kimilerine göre 1910 yılında, Kral II. Manuel’in tahttan indirilmesi ve cumhuriyet rejiminin kurulmasıyla sonuçlanan başkaldırıyı başlatan bu gemidir. Alcantara’daki bahriye kışlalarındaki denizciler başkaldırırken Adamastor Kralın ikâmetgahını bombalamıştı. Bu olay 1917’de Rusya’da toplarını Kışlık Saraya çevirerek Kerensky hükümetini deviren ve kaçmak zorunda bırakan Aurora kruvazörüne örnek olmuş mudur bilinmez. Gerçi Rusya’da daha 1905 yılında bir başka gemide, Potemkin zırhlısında, bir ayaklanma olmuştu. Gemiciler kızıl bayrak çekerek devrim başlatma girişiminde bulunmuşlar ve bu harekete başka gemiler de katılmış ve hatta bu kalkışma karada Odesa’ya ve sonra başka Rus limanlarına sıçramışsa da kanlı biçimde bastırılmıştı. Adamastor’un daha sonra Birinci Savaş sırasında, o tarihte Alman sömürgesi olan Tanzanya ile Mozambik arasındaki Rovuma Irmağında Almanlara karşı savaşmış olduğu belirtiliyor.


1897’den 1933’e kadar görevde kalan Adamastor, İtalya’da Livorno tersanesinde inşa edilmiş. 73 metre uzunluğunda, çift uskurlu, 18 knot hız yapabilen 1757 deplasman tonluk gemide 150 mm’den 37 mm’ye kadar değişen çaplarda 12 top, 6,5 mm’lik makineliler ve iki tane de torpido yuvası bulunmaktadır. Başta ve kıçta iki taret dışında, eski yelkenli hat gemileri ve kalyonlarda olduğu gibi, ana güvertede sancak ve iskele bordalarında dörder top yerleştirilmiş. Aynı dönemde yaygınlık kazanan bir başka buharlı gemi türü torpidobotlardır. Küçük, alçak bordalı, ince uzun, hızlı ve manevra yeteneği yüksek bu gemiler, büyük hedeflere torpidolarını fırlatıp kolayca refakat gemilerinden kaçabiliyorlardı. Müzede, bütün bahriyelerde kullanılmış bu gemilerin birçok örneği sergileniyor. Daha ilerde iki Dünya Savaşı arasında Birleşik Krallık tersanelerinde ve sonra İkinci Savaş sırasında ABD’de geliştirilen buhar türbinli muhriplerden birkaç örnek ve İngiliz yapımı bir hafif kruvazör sergileniyor. Böylece 20. yüzyıl ortalarının savaş gemisi mimarisi ve teknolojisi de atlanmamış oluyor.


Genelde, buharlıya ve çelik tekneli gemilere geçildikten sonra Portekiz savaş donanmasının başlıca unsurlarının yabancı ülkelerde inşa edildiği anlaşılıyor. Bu durum günümüze kadar devam etmiş görünüyor. Evvelce çoğunlukla Britanya tersanelerinde inşa edilmiş gemiler yerine şimdi Batı Avrupa tersaneleri öne geçmiş bulunuyor. 1990’lı yılların Vasco da Gama sınıfı gemiler Blohm und Woss’ta, 21. yüzyılın ilk gemileri ise 2009 yılında Hollanda tersanelerinde inşa edilmiş. Müzede sergilenen modeller arasında, Portekiz yapımı unsurlar, 1960’larda Amerikalıların Dealey sınıfı gemilerinin planı uygulanarak inşa edilen bir fırkateyn ile çıkarma gemileri ve okyanus devriye gemisiyle sınırlı. Böylece üç galeride, dünyayı keşfe çıkan ilk karavelalarla başlayan sergileme; 17 ve 18. yüzyılların gelişmiş yelkenlileri fırkateyn, kalyon, clipper ve barkolarla devam eder. 19. yüzyılın buharlı-yelkenli karma gemileri ve sonra buharlı görkemli zırhlılarıyla 20. yüzyıla geçilir. İki savaş arasının buhar türbinli muhripleri ve hafif kruvazörleri onları izler. Yüzyılın son çeyreğine gelindiğinde, bir yanda füzelerle donatılmış ve helikopterlerle donanmış gaz türbinli ve dizel motorlu (CODOG sistemi) en yeni savaş gemileri; bir yanda da, üst katta, 19. yüzyılda Uzakdoğu’yla ticarette kullanılan barkolardan, büyük kutuyük gemileriyle günümüze ulaşan hayranlık veren bir gelişim çizgisini izlemek mümkün olur.
Dar Temalı Bölümler


Ama Portekiz Ulusal Deniz Müzesi başka hazineler de saklıyor. Buraya kadar müze malzemesi genel olarak kronolojik bir izlek uyarınca sergilenmişti. Kuzey galerisinin devamında başlıca dört tema işleniyor: Geçen yüzyılın ikinci yarısındaki 1961-1974 yılları arasında Portekiz sömürgelerinde yaşanan denizaşırı savaşlar; ülkenin önemli iktisadi faaliyetlerinden ve gelir kaynaklarından biri olan balıkçılık; ırmak ve kıyılarda yelken ve kürekli teknelerle taşımacılık; bir de kraliyet yatları. 20. yüzyılın ikinci yarısı, dünyada dekolonizasyon sürecinin son aşamasının başladığı ve sömürge imparatorluklarının nihai olarak, bazen kanlı savaşlarla (Vietnam, Cezayir) bazen akılla ve karşılıklı kazanımla çözüldükleri dönemdir. Portekiz en geniş denizaşırı topraklarını (Brezilya) çok daha önce terketmişti. Fakat Afrika’da Angola ve Mozambik ve Hint alt kıtasının kıyılarında birçok yeri elinde tutmayı sürdürüyordu. Salazar döneminde bu sömürgelerde (özellikle Angola’da) çok şiddetli baskı rejimleri uygulanmıştır. 1961-1974 yılları arasında, (Hindistan’da 1954’ten itibaren) bu sömürgelerden vazgeçmek niyetinde olmayan Salazar Portekiz’i ile Afrika’da sömürge halkları ve Hindistan’da Hint ordusuyla silahlı çatışmalar yaşanmıştı. Bu savaşlar Salazar’ın 1974’te Karanfil Devrimiyle düşürülüşünden sonra son bulmuş, Angola ve Mozambik bağımsızlıklarına kavuşmuş, Portekiz Hükümeti Hindistan’ı tanımış ve oradaki sömürgeleri üzerindeki haklarından vazgeçmiştir. Müzenin bu bölümünde bu savaşlara ilişkin, bazı malzemeler var. 1961 yılının Aralık ayında Goa’da Hint Donanması tarafından batırılan Alfonso de Albuquerque hafif kruvazörünün maketinin yanısıra, deniz piyadelerinin dönence ormanlarında harekâtına ilişkin malzemeler ve fotoğraflar görülebiliyor. Bu savaşlar sonunda yeryüzünde ilk sömürge imparatorluğunu kurmuş Portekiz, sömürgelerinden en son vazgeçen ya da istemeyerek yitiren devletlerden biri olmuştur. Müzede balıkçılık teması çerçevesinde düzenlenmiş bölüm de hayli geniş bir alanı dolduruyor. Bu bölümde Téjo Irmağında ve Mar de Palha’da avcılıkta kullanılan kürekli kayıklardan Lâtin yelkenli teknelere, açık deniz balıkçılığında (Atlantik ve Terra Nova dolaylarında morina ve ringa avı) kullanılan dört direkli uskunalara ve yakın dönemin önce buhar makineli sonra motorlu trol gemilerine kadar çok çeşitli gemi modelleri, balıkçı birliklerinin flamaları ve fotoğraflar eşliğinde sergileniyor. Gerek eski balıkçı tekneleri, gerekse o bölümün hemen berisindeki iç sularda taşımacılıkta kullanılan eski tekneler bölümünde ve özellikle bu sonuncusunda dikkati çeken özellik, sergilenen örneklerin ortaya koyduğu fevkalade yüksek mimari zarafettir. Yelkenli veya kürekli, boyları ne olursa olsun; insan, tarım ürünleri ya da şarap taşımada kullanılsın, hepsi üstün bir estetik sunuyor. Müzenin Manastırda yerleşik bölümünün dışında, yeni ve bu iş için yapıldığı anlaşılan bir “kadırgalar” bölümü bulunur. Beton karkas dev bir kayıkhane biçimindeki bu bölümde bazı eski tekneler muhafaza ediliyor. Bunlardan 1778 yapımı, 40 çifte kürekli, kraliyet kadırgası herhalde en önemli parçadır. Gördüğü son hizmet, 1957 yılında Kraliçe II. Elizabeth’i Téjo Irmağında gezdirmek olmuştur. Ama meraklısı için, aynı mekânda sergilenen sadece yüz yıllık, bindirme kaplamalı bir tahlisiye filikası, Açores Adaları yapımı bir balinacı kayığı da imgelemi aynı ölçüde uyarabilir. Bu bölümde ayrıca, yelkenli yarış tekneleri, balıkçı şalupaları, iki deniz uçağı ile dizel gemi ana makinası örnekleri de bulunuyor.
Belém’e Yüksekten Bakmak


Bu müzenin gezilmesi kimilerinin tüm gününü alabilir. Hattâ bazıları ertesi gün yeniden gelebilirler. Ama sonunda müzeden çıkılır. İşte o zaman Keşifler Anıtına gidilmeli ve iki avro duhuliye ücreti ödenip asansörle kuleye çıkılmalıdır. Kırk metre kadar yüksekten batı yönüne bakınca, Téjo Irmağının denize kavuşmasını izlemek keyif verir. 15. yüzyıl karavelalarını yola çıkarken görür gibi olur ziyaretçi. Kuzeye, kara yönüne dönüldüğünde bu kez birkaç yüz metre uzakta Aziz Hieronimus Manastırı olanca görkemiyle ve bütünüyle gözünüzün önündedir. Bu görüntüyü ve eserin bütünlüğünü yakınından görmek mümkün değildir. Sonra aynı yönde kulenin hemen yanında, yere işlenmiş bir pusula gülü görülür. Ortasına bir dünya haritası işlenmiştir. Üzerinde Portekizli denizcilerin keşif seferlerinin rotaları çizilidir. Bu haritanın üstü hep turistlerle doludur. Nihayet doğuya dönüldüğünde, yeşillikler arasından yükselen bir sütunun üzerinde, bir başka denizci kâşifin Afonso de Albuquerque’nin heykeli görüş alanına girer.
* * *


Belém böylece Deniz Müzesi, Arkeoloji Müzesinde bir yıl sürecek “Denizden Kurtarılan Tarih” sergisi, (20 Mart 2014-28 Mart 2015), Keşifler Anıtı, daha birçok başka kültür öğesiyle, Portekiz’in ve insanın denizle ilişkisini olağanüstü zenginlikle yansıtıyor. Hayranlık veren bir kültür hazinesini barındırıyor. Bunlar arasında Deniz Müzesinin ayrı bir yeri var. Lizbon Deniz Müzesi, bir okyanus ülkesi olan Portekiz’in denizci ulus ve ülke niteliklerini başarıyla ortaya koyan parıltılı bir müzedir. Burada sadece Portekiz denizciliği öne çıkarılıyor değildir. Bir dönem için dünya denizciliğinde en önde giden iki ülkeden biri olması nedeniyle, dünya denizcilik tarihi de burada yaşamaktadır. Öte yandan bu müzenin galerilerinde dikkatle dolaşan ziyaretçi, denizcilik tarihinde farklı ulusların işgal ettikleri konumlardaki değişmeleri de dolaylı yoldan anımsamaktadır. Burada bir ülkenin denizcilikte öne geçişi ve sonra bu yeri başkalarına bırakışının da öyküsü vardır. Gurur ve gerçeklere katlanma yan yanadır.
Dipnotlar
↑1 | Barbaros Anıtının figürleri bronzdan dökülmüştür, Keşifler Anıtındaysa figürler kumtaşından yontulmuştur. Bu anıt her ne kadar 1960 yılında, demek ki Barbaros Anıtından çok sonra açılmışsa da, 1939 yılında tasarlandığı kaydediliyor. |
---|---|
↑2 | Yelkenli gemilerin gelişiminin, güzel çizimler eşliğinde anlatıldığı Türkçe özgün bir kaynak için bkn. Yücel Köyağasıoğlu, Yelkenliler, Naviga Yayınları, İstanbul 2014. 184 s. |