Kıyı Postasıyla Kuzeye Yolculuk
Bu yazı Atlas dergisinin 1996 Yaz özel sayısında (s. 128-133) yayımlanmıştır.
Yola Çıkış


M/S Ragnvald Jarl, akşam saat 22’de Frielene rıhtımından hareket etti; ilkin batıya yönelerek Askøy Adasının güney ucunu dolandı ve sonra burnunu kuzey-batıya ve kuzeye çevirdi. Bu mevsimde Bergen’de (yaklaşık 60° kuzey) akşamın onunda hava aydınlıktır, Güneş henüz batmak üzeredir, ve batı-kuzeybatı yönünde gökyüzü, ufuk çizgisinden başlayarak yukarılara doğru kat kat, önce kavuniçine çalan bir sarı, ardından pembe, sonra yeşile dönebilecek gibi soluk mavi ve daha tepenizde kurşunidir. Arkada bıraktığınız Bergen, sıcak sarı renkli bir ışıkla aydınlanmış, kül rengine dönen gökyüzündeyse belli belirsiz bir pembe-kızıllık oluşmuştur. [1]Bu yazıda kaynağı belirtilmeyen fotoğraflar yazar tarafından çekilmiştir.


Bergen’den başlayıp, Kuzey Burnunu dolandıktan sonra, Norveç-Rusya sınırındaki Kirkenes’e kadar sürecek yedi günlük bir seferin ilk anlarında yolcular, yeni ve üstelik büyük çoğunluğu için pek alışık da olmadıkları, ayrıca ileri ölçüde düşsel bir mekânda, bir gemide bulunmanın verdiği sevinç ve coşku karışımı bir duygu içinde, Ragnvald Jarl‘ı tanımaya çalışıyorlar.
Biri çocuk, yaklaşık 50 kadar yolcu var gemide. Güverteler arasında bir inip bir çıkıyorlar. Kimi zaman sancak kimi zaman iskele tarafında dolanıyor, bir başta bir kıçta görünüyor, arada bir küpeşteye dayanıp ufka bakıyorlar. Kaptan köşkünün iki yanında uzanan köprüye çıkıp borda fenerlerinin üzerinden baş bodoslamanın denizi yarmasıyla oluşan dalganın köpüklerini seyrediyor, filika güvertesinde mataforaların arasından geçiyor, kıç tarafta kurt ağızları ile palamar ırgatı arasına yığılmış halatların üstünden atlayıp, lombozlarından yemek kokuları taşan mutfağın önünden geçerek lumbar ağzına geldiklerinde, ya dış merdivenlerden ya da gemi kâtibinin bürosunun önünden geçip çift sahanlıklı merdivenlerden tekrar salon güvertesine ulaşıyorlar.
Yolcular arasında ilk aşinalıklar işte bu keşif dolanmaları sırasında oluşuyor. Geminin farklı mekânlarında, bu kadar kısa bir süre içinde, birbirleriyle ikinci, üçüncü kez karşılaştıklarında, biraz çocuksu bir coşku ve merak sergilemiş olmanın verdiği sıkılganlıkla birbirlerine gülümsemeye ve selâmlaşmaya başladılar.


Sonraları, bunlardan birçoğunun bu gemiyi özellikle seçtikleri anlaşılacaktır. Gerçekten de M/S Ragnvald Jarl, Norveç Kıyı Postası seferi yapan gemiler arasında hem en eskisi hem de en küçüğüdür. 1956 yılında inşa edilmiştir ve 2196 deplasman tonluktur. Nerdeyse kırk yaşına gelmek üzeredir. Geçen yıl aynı yaşlardaki iki geminin seferden kaldırıldığı gözönüne alınacak olursa, onun da bu hatta son yıllarını yaşadığı, belki de son seferlerini yapmakta olduğu düşünülebilir. Bu geleneksel çizimli gemilerin yerini şimdi hızla, daha az güven veren ve sanki imgelem gücünü de kısıtlayan modern feribotlar almaktadır. Bu yeni gemilerde, o eski güzel gemilerden, adlarından başka hiç bir esinti bulunmaz.


Gemide ilk gece yolcuların büyük bölümü için uykusuz geçti. Bir dizi adanın oluşturduğu doğal dalgakıranın sonuna gelince, çalkantılı açık denizde gemi baş kıç vurmaya başladı; sallantı ancak Florø’ye yaklaşınca sabahın dördünde durdu. Ama ondan sonra, ertesi gün ve sonraki gün, yolculuk çok sakin bir denizde sürecek. Norveç Denizinin -belki de yanlış yere beklenen- görünümü, kapalı gökyüzü, kurşuni bulutlar, çalkantılı deniz, soğuk hava ancak dönüş yolunda kendini gösterecek.
Ragnvald Jarl altı gün sonra Kuzey Burnu’nun doğusunda Barents Denizi’ne ulaşacak. Şimdilik ilk durağı öğleye doğru Ålesund.
Hordaland’dan Trøndelag’a
Üç parmaklı martıların eşliğinde Ålesund rıhtımına yanaşma. Üç saatlik duruş sırasında, kentin hemen içinde yaklaşık ikiyüz metre yüksekliğindeki Aksla tepesine çıkıp, bu yüzyılın başında büyük bir yangında tamamıyla yokolan ve yeniden kurulan kentin, yer biçimine özenle uyum sağlayan dokusunu izledim. Özellikle iç liman kıyılarında ve civarında, o dönemin en gözde mimari akımı olan Jugendstil’de, geometrik çizgili, kırma çatılı ve bu çatıların üzerinde dışarıya doğru bir çıkıntı oluşturan pencereler bulunan kâgir yapıların yarattığı görünüm bir maket netliğindeydi.
Ålesund’dan sonra Molde fiyordundan geçerek ve kıyının yüksekliklerinde, henüz küçük küçük, buzkar beneklerini seyrederek akşam saat 23’te Kristiansund’a vardık. Şimdiden iki derece daha kuzeydeyiz. Dolayısıyle günler uzuyor. Limana bakan yamaçlarındaki beyaz, toprak sarısı, hardal sarısı, kiremit rengi, vişne çürüğü, turuncu, filizi yeşil cepheli ve kurşuni, duman rengi, siyah damlı evler, akşam güneşinin ışınlarıyla ısınıyor. Neredeyse izlenimci bir resim kadar renkli bu kentten ayrılırken, geç gelen gece artık -kısa bir süre için- yerleşmiştir. Kentin üzerinde yayıldığı adaları birbirine kavuşturan köprünün lambâları yanmıştır; gemi bu köprünün altından kuzeye doğru yoluna devam ediyor. Yarın sabah altıda Trondheim’da olacak.
Orta Norveç’in en büyük, ülkeninse üçüncü kenti Trondheim’da, limandan içerlere, kent merkezine, Nidelva ırmağının kıyısını izleyen Kjopmanns caddesinden yürünür. Bu yolun sonundaki Eski Köprüden bakıldığında ırmak kıyısında, kazıklar üstüne kurulmuş ahşap antrepolar, -şimdi farklı işlevler (pizzacı, mimarlık bürosu, lokanta, işlik) görüyor olsalar da- bir başka eski zaman dekoru oluştururlar. Yelkenli deniz ulaşımının o masalsı dönemleri canlanır gözünüzün önünde. Onlara aborda etmiş iki direkli uskunaları, alamanaları nerdeyse görür gibi olursunuz.
Trondheim’ın kuzeyinde Norveç, Finnmark ili ayrık tutulursa, artık sadece daracık bir kıyı şeridi ülkesidir. Dolayısıyla deniz ulaşımı daha da önem kazanır. Nitekim Trondheim’dan sonra gemiye, uzun bir yolculuk için değil de, sadece bir limandan sonrakine ya da ötekine gitmek için binen yolcular çoğalmaya başladı. Evlerine dönen gençler, büyüklerini ziyarete gelen aileler, yakın bir adada tatilini geçirmeye giden bisikletliler, iş için seyahat edenler ve rıhtımda onları karşılayanlar, uğurlayanlar. Bu inen binen yolculardan bir bölümü güverte yolcularıdır. Geceyi, geminin salonunda ya da güvertenin kuytularında uyku torbaları içinde geçirirler. Kimisi zaten gecenin bir yarısında bir limanda inmiştir. Ertesi sabah bıraktığınız yerde bulamazsınız. Gündüzleri hava güneşliyse eğer, tenlerini güneş ışınlarına mümkün olduğunca açarlar. Öte yandan birinci zabitin gözetiminde alınan ve boşaltılan yükler de çeşitlenir ama miktarları azalır; bir tür perakende taşımacılık başlar: şu limana bir motor, berikine bir kazan, bu limandan üç beş parça madeni boru, ötekinden bir palet elektrik malzemesi ve en çok da gıda maddesi, kutulanmış sebzeler, buzlar içinde balıklar, karidesler, meşrubat kasaları… Gemi posta gemisi işlevini tam olarak görmeye başlamıştır.
Kuzey Kutup Dairesini Geçer Geçmez Svartisen Buzulu
Yolculuğun dördüncü günü sabah saat 7’yi biraz geçe, Ragnvald Jarl, Kuzey Kutup Dairesini aştı ve 66º 33′ Kuzey enleminin ötesinde geceyarısı güneşi ülkesine girdi. Kuzey Kutup Dairesinin hemen kuzeyinde Norveç’in ikinci büyük buzulu Svartisen [Karabuzul] bulunur. Meløy ve Grønøy adaları arasındaki boğazda Ragnvald Jarl yol kesti. Burada, yolculardan bir bölümü, gemiye aborda eden bir motora binerek, Holandsfjord’un dibinde, Svartisen’in Engabreen kolunun denize ulaştığı yere hareket ettiler.
Holandsfjord bir küçük fiyorttur. İki kıyısında yamaçlar pek sarp değildir. Hızla yükselse bile bu kıyılar, kayalık yarlar değil, bitki örtüsüyle kaplı, hem kıyı boyunca hem de içerlere doğru birbirini izleyen tepeler görünümündedir. Bunların özellikle alçak aklanları yer yer ormanlarla (bodur huşlar ve meşe) kaplıdır. Yaklaşık 150-200 metre kadar yükseklikten sonra, toprak örtüsünün devam ettiği yere kadar ağaç olmasa da yoğun yeşillik -aklan çayırları- devam eder; ondan sonra ancak bazı tepelerin en üst kısımlarında, yer yer buzkar beyazlıklarıyla bezeli mavi-kurşuni granit kayalıklar görülür. Bunların siluetleri suya yansır. Bu yörede birkaç çift deniz kartalı yaşar.


Deniz kartallarını kendi ortamlarında, doğada, özgürlükte görmek ayrı duygu. Ama kimsenin, en başta da kaptanın, kesinlikle aklına gelmiyor, düdük çalarak, silah atarak hayvanı uyarıp uçmasını sağlamaya çalışmak. Kimse kendinde kartalın yaşamına müdahale hakkını görmüyor. Oysa o kartalları uçarken görmek onlar için de heyecan verici olurdu şüphesiz.
En görkemli hayvanlar bile hayvanat bahçesinde, yapay ortamlarda, zavallılaşıyor. Doğalarından uzaklaşıyorlar. Bergen Akvaryumundaki balıkların ya da memelilerin hiçbiri, hattâ havuzda dalaşan foklar bile, denizde, iki üçyüz metre uzaktan görebildiğiniz, ve sadece bir defa kuyruğunu vurup tekrar dalan balinanın görüntüsü gibi kalmıyor insanın belleğinde. Çünkü bir kez kuyruğunu vurup dalan balinanın, binlerce mil öteye yorulmadan ve yanılmadan gidebilecek kadar güçlü bir yaratık olduğunu ve sonsuz sularda -eğer Japon ya da Rus balıkçılara rastlamazsa- özgür yaşadığını biliyorsunuz. Bir meşenin kurumuş dallarına tünemiş, kıpırdamadan duran bir çift kartalın görüntüsü de işte öyle etkileyici, heyecan verici. Etkilenmenizin nedeni ise gerçek doğayı görmeniz. Evcilleştirilmişini değil. Kartallar için de durum aynı; şu anda hareketsiz bu kuşlar, canları çektiğinde ihtişamlı kanatlarını açıp, semada yükselerek güçlerini ve nelere muktedir olduklarını her an gösterebilirler.
Svartisen Buzul diline, fiyordun güney sahilini izleyerek yaklaşınca, iyice yakınlarına gelinceye kadar buzul görünmüyor. Buzulun güney sınırını oluşturan dağın denize doğru hızla alçalan yamacı onu perdeliyor. Sonra ilkin yükseklerde parıltılı bir beyazlıkta dilin kuzeydoğu tepesi, ve ardından alçalırken oluşturduğu ve yönünü batıya çevirdiği dirsek ve en sonunda buzultaş gölünün ucunda hızla ve camgöbeğine veya cam yeşiline dönüşerek düşüşü görülüyor. Dilin sırtı pütürlü; bu pütürler sırtın iki yanına doğru derinleşerek belirginlik kazanıyor. Ucuna doğru ise tel tel, sel yarıntılarına benzeyen, derin yarıklara dönüşüyor.
Buzultaş gölünü fiyorttan ayıran buzultaş birikimi, yaklaşık binüçyüz binbeşyüz metre genişliğinde ve artık toprakla kaplı. Üzerinde bodur huş ağaçları koruluğu oluşmuş bir ova görünümünde. Bu ovanın kıyısının kuzey ucundaki iskeleden karaya çıkıyor ve kısa bir yürüyüşle ovayı aşıp buzultaş gölünün kıyısına ulaşıyoruz. O zaman buzul dilini daha yakından görmek mümkün oluyor.


Buzul dilinin ucundan, buzultaş gölüne ulaşan ve onu besleyen ince bir su kaynaklanıyor. Bu su kayalar arasından akarak göle kavuşuyor. Buradan bakınca buzul artık beyaz değil, iyice camgöbeği renginde. Gölün, daha az engebeli görünen güney kıyısından dolaşarak, buzul diline yaklaşmayı deniyoruz. Biraz ilerleyince, gölün suyunu fiyorda boşaltan dere önümüzü kesiyor. Dereyi aşmak için gerekli malzemeye sahip değiliz. Bodur huş ağaçlarının arasından yürüyerek tekrar fiyorda ulaşıyoruz.
Lofoten Duvarına Doğru
Ragnvald Jarl Bodø’den saat 15’te kalkıyor. Yönü 56 deniz mili uzaktaki Stamsund. Yaklaşık dört saatlik bu yolu, Lofoten duvarının görünmesini bekleyerek geçiriyorum. Üç saat kadar sonra ufukta beliriyor. Güneybatı kuzeydoğu doğrultusunda yüz kilometre boyunca uzanan bu görkemli granit ve volkanik kayaçlardan duvarın önünde Edgar Allan Poe’nun “Maelström’e Düşüş” adlı öyküsünün akla gelmemesi mümkün değil. Döneminin coğrafya bilgisi ile hayal gücünü özgürce birleştiren ve “coğrafya muammaları” yaratan Poe, bir yaşlı balıkçının ağzından anlattığı ve “yetmiş ton yük taşıyabilen balıkçı kayıklarını yutacak büyüklükteki” Moskoe Burgacını (Moskoeström), bu duvarın güney batı ucuyla Mosken adası arasına yerleştirir. Bu öykü olmasa bile, duvarın kendisi de, belki, tam Poe’gil bir coğrafya örneği gibidir. Çok sarp yamaçlı sıra sıra dağların, gerilere gittikçe soluklaşan, testere dişi görünümlü doruk çizgileri dalga dalga, kuzeydoğuya doğru uzanmaktadır. Güneşin alçalmasıyla, birbiri üzerine yıkılan yamaçların rölyefleri daha belirginlik kazanmakta, kayalar ve aklanlar iyice çıplaklaşmakta, taş taş Lofoten adası iyice masalsı ve sanki hayal ürünü bir coğrafya görünümü kazanmaktadır. Nitekim akşamın hayli ilerlemiş saatlerinde geçilecek Raftsund boğazında gemideki yolcular, belki biraz da gemi işletmesinin dramatik etki yaratma çabasının yardımıyla, gerçekle hayal coğrafyası arasındaki sınırda gidip geleceklerdir.


Raftsund Boğazı, Lofoten adalarıyla Hinnøya (Hinn Adası) arasında, yaklaşık on deniz mili uzunluğunda, sekizyüz, bin metre genişliğinde bir geçittir. Sanki Lofoten duvarında bir mitos kahramanının, bilinmedik amaçlarla açtığı gizli bir dehliz gibidir. En dar noktasında genişliği ikiyüz metreye kadar iner. İki tarafında hızla yükselen sarp yamaçlar vardır. Ağaç azdır, kıyıda yer yer çamlıklar bulunur. Yamaçların görece az eğimli yerleri ve yükseklerde toprak örtüsü bulunan yerler çayırlarla kaplıdır. Daha yukarda ve gerilerde kayalık doruklarda buzkar oluşumları ve küçük hücre buzulları vardır. Daha az sarp olan Hinnøya kıyısında bir kaç yerleşim yeri görülür. Bunlar tek tek dağılmış küçük çiftliklerdir.
Gemi bu boğazda yolunu iyice düşürür. Geminin izleyeceği rota şamandıralarla çizilmiştir. Kaptan köşkünde sessizlik egemendir. Suvari görev başındadır, ikinci zabit onu izlemektedir. Üçüncü zabit başkasara üzerinde dolanan yolcuların orayı terketmelerini ve demir loça ağızlarıyla ırgat civarını boşaltmaları ister ve demir kampanasının yanında durur, bir usta gemici ırgatın başındadır.
Bu bir meydan okumadır. Bir ustalık gösterisidir. Geminin tepkilerini bilen mürettebat, dresaj yarışmasında bir binici gibi, bu zor parkurdan en duyarlı manevralarla gemiyi selâmetle geçirecektir. Bununla yetinmez, bir de gösteri yaparlar: Raftsund boğazına güney ağzından girerken sancak tarafında Troll fiyordu bulunur. Bu fiyort dikine kesiti alınmış bir madeni sürahi biçimindedir. Boğazı yüz metreden dar bir geçittir; boğazın yamaçları duvar gibi dik kayalıklardır. Yaklaşık bir deniz mili kadar uzanır, sonunda elipsoidal hazneye varır. Ragnvald Jarl bu fiyorda da girecek, dipteki havuza geldiğinde, durduğu yerde 180 derece dönecek ve tekrar çıkacaktır. Bu sırada saat onbire gelmektedir. Akşam alacasında seyir sürmekte, geminin hoparlörlerinden Grieg’in Peer Gynt suiti duyulmaktadır. Hava iyice soğumuştur. Yolcular temaşayı kaçırmamak için, rüzgâr ceketlerinin üzerine, omuzlarına birer battaniye atmışlardır.
Ama filika güvertesinin rüzgâr saçağı altında kumanyacı, içinde envai çeşit sebze bulunan, dumanı tüten koyu bir çorba dağıtmaktadır. Karton kaplar el yakar. Troll fiyordundan çıkarken hem sancakta hem de iskelede, kara 40 metreden yakındır. Geminin dalgaları iki kıyıda patlamaktadır.
Rafsundet boğazından çıktıktan sonra Stokmarknes’e bir saatlik yol kalır.
Geçen Yüzyılın Sonlarında Ulaştırmada Bir Atılım
Günümüzde Kıyı Postasını işleten üç denizcilik şirketinden biri ve öncüsü, Vesteraalens Dampskibsselskap, 1881 yılında, işte, Hadseløya’nın merkezi Stokmarkness’de kurulmuştur. Bu ortaklığın o zamanki yönetim binası, şimdi 3500 nüfuslu Stokmarkness kentinin müzesidir: Hurtigrutemuseet (Kıyı Postası Müzesi).
Stokmarkness kenti, 19. yüzyılın ortalarından başlayarak, önemli bir ticaret merkezi niteliğindeymiş ve bu kentin tüccarları, sadece elverişli zamanlarda değil, bütün bir yıl boyunca, demek ki kuzeysel geceler döneminde de, kıyıdaki yerleşim yerleri arasında düzenli olarak posta, yük ve yolcu taşıyacak bir buharlı gemi ihtiyacı duymuşlar. Bu talebi karşılamak üzere Richard Bernhard With adlı bir denizci tarafından “Batıdenizi Adaları Buharlı Gemi İşletmesi” (Vesteraalens Dampskipsellskap) kurulmuş. O tarihten oniki yıl sonra, 1893 yılında, bu ortaklığın, dönemin en ileri rahatlık ve güvenlik olanaklarıyla donatılmış ve sadece iki yaşındaki gemisi D/S Vesterålen, 63º 30′ kuzey enlemi dolayındaki Trondheim ile 70º 30′ kuzey enlemi dolayındaki Hammerfest arasında yaklaşık 700 deniz mili mesafeyi, dokuz limana uğrayarak altı günde gidip gelecek şekilde düzenli seferlere başlamış. (Bugün bile bu mesafe, gerçi onyedi limana uğrayarak, tek yönde, üç gün kadar -66 saat- sürmektedir.)


Evvelce briklerin, uskunaların, alamanaların gördüğü hizmeti, 1893 yılında çok daha düzenli, daha hızlı gören ve daha kuzeye götüren bu buharlı gemi 57 metre uzunluğunda, balta başlı, üç güverteli, ana güvertesi üstünde ortada ve kıçta iki küçücük ahşap yapısı bulunan, ince uzun bacası hafifçe arkaya yatık ve aynı ölçüde yatık direklerinin dibine bumbalar -pruvada iki, mizanada bir- bağlı bir zarif teknedir. Yazları 106 yolcu taşıyabilir. Büyük olasılıkla iki savaş arasında çekilmiş bir fotoğrafta, orta ve kıçtaki yapıların üstüne birer eklenti yapıldığı, geminin bir anlamda üç güverteli hale getirildiği görülmektedir. Bu gemi 20. yüzyılın ortalarına kadar –başka görevlerde- hizmette kalmıştır.
Böylece, 1893 yılında Vesterålen sayesinde, Norveç’in kuzey yörelerine kış aylarında da postanın ulaşması sağlanmış oluyordu. Olay o tarihte Norveç kıyılarının önemli kısmı için dünyaya açılma niteliğindeydi.
Yüzyıl sonra günümüzde kıyı postasının bu işlevi hemen hemen aynı biçimde sürmektedir. Gerçi bütün kıyı yerleşmeleri artık -uzun veya kestirme, körfez ve fiyortları aşan ve adaları karaya ya da birbirine bağlayan, araba vapurlu, denizaltı tünelli ya da köprülü- karayolları ağı ile ulaşılabilir niteliktedir. Ama kıyı postası bir yandan yolcu, bir yandan da yük ve posta taşımasında hâlâ önemli bir unsurdur.
Kuzey Buz Okyanusunun Kapısı
69º 40’ kuzey enlemindeki Tromsø’nün bir adı da Kuzey Buz Okyanusunun Kapısıdır. Gerçekten bu kent Kuzey Kutbuna yönelik birçok araştırma seferlerinin başlangıç noktası olmuştur. Aynı şekilde, Svalbard (Soğuk Kıyılar) takımadasında ve çevresindeki denizlerde gerçekleştirilen, kutup ayısı, kutup tilkisi, ren geyiği, deniz fili, balina, fok, ördek avı seferleri için en elverişli çıkış limanı olmuştur. Bugün de Svalbard Takımadasına yaz aylarında düzenli gemi seferleri bu limandan yapılır.
M/S Ragnvald Jarl beşinci gün öğleden sonra Tromsø’ye vardı. Tromsø’de üç saatlik süreyi en iyi değerlendirme biçimi herhalde Polarmuseet’i (Kutup Müzesini) gezmek sonra da limana yakın Versthuset Skarven’de bira içmektir.
1830’larda inşa edilmiş, deniz tarafında kazıklar üzerinde bir iskelesi olan, eski ahşap gümrük binasında yerleşik Polarmuseet, güzel düzenlenmiş ilginç bir müzedir. Müzede Svalbard’da avcılık yaşamına ilişkin malzemeler, tuzakçı kulübesi ve avcı kayıkları rökonstrüksiyonları, 17 ve 18. yüzyıllarda kuzeysel denizlerde balina avcılığı, fok türlerine ve fok avına ilişkin malzemeler, dönemlere göre fok avcılığının gelişimini anlatan düzenlemeler, avda kullanılan gemi türlerinin maketleri yeralmaktadır. Ayrıca deniz fili ve kutup ayısı avına ilişkin bölümler vardır. Müzede bunun dışında kutup kâşiflerinden Roald Amundsen’in değişik keşif yolculuklarına ait malzemeler, belgeler, haritalar, gemi modelleri sergilenmektedir. Müzenin önündeki iskelede, bir başka kutup araştırma gemisi, M/S Polstjerna bağlı durmaktadır.


Tromsø’den sonra kuzeye doğru en ilginç görüntü, sancak tarafındaki etkileyici Lyngen Dağları’dır. Yarım saat süreyle önünüzden ihtişamla geçerler. Sonra gemi Söröysund boğazından geçerek Hammerfest’e oradan da Honningsvåg’a ulaşacaktır.
Honningsvåg, Magerøya adasının güneydoğu ucunda, 71º kuzey enlemindedir. Liman yönetim binasına asılı bir tabelâ, Kuzey Kutbuna 2110 km. mesafede bulunduğunuzu hatırlatır. Hemen sadece bodur bitkiler ve likenden ibaret tipik ve çok fakir bir tundra bitki örtüsü üzerinden ve küçük küçük buzul sirki göllerinin arasından geçen 34 kilometrelik karayoluyla Kuzey Burnuna (71º 10′ 21″ K) varılır. Yol boyunca çok sayıda ren geyiğine bir iki tane de Same (Lâpon’lar kendilerine Same derler) çadırına rastlanır.
Magerøya adasında, M.Ö. dördüncü bin yıldan kalma insan yerleşimi izleri bulunmuştur. Vikinglerin Kuzey Burnunu dolanmış oldukları kesindir. Ama o tarihte henüz adı konmamıştır. Bunun için 16. yüzyılı beklemek gerekecektir. 1553 yılında İngiltere’den, Hugh Willoughby komutasında üç gemiyle başlayan ve Avrasya’nın kuzeyinden Uzak Doğuya bir yol bulmayı amaçlayan keşif seferi sırasında, gemilerden Edward Bonaventure‘ün kaptanı olan Stephen Borough şöyle yazıyor: “1553 yılında Rusya’ya birinci yolculuğumuz sırasında bu kayalığa Kuzey Burnu adını verdim.”[2]Aktaran Kjersti Skavhaug, Voyages célèbres du temps des Viking jusqu’en 1800, Honningsvåg, Nordkappellitteratur A/S, Bodø 1990. s.7. Ancak bu yere bu adı verenin Richard Chancellor olduğu daha çok kabul gören bir varsayımdır. Ne olursa olsun bu iki denizci de aynı gemide bulunmaktaydılar. Ama Kuzey Burnu ilk kez, Stephen’in kardeşi William Borough tarafından 1570 yılında yayınlanan Norveç Kıyıları, Laponya ve Sen Nikola Körfezi haritasında yeralacaktır.[3]A.g.e., s. 24.
Kuzey Burnuna ulaşıldığında, denize dimdik inen 300 metre yüksekliğinde bir yarın tepesinden ufuklara bakış heyecan vericidir. Buzla size uzaktır, ama gene de önünüzde kuzeye doğru uzanan Kuzey Buz Okyanusudur. Doğu yönünde ise Çin’e ve Maçin’e ulaşabilirsiniz.
Ölümünden sonra Padova’da 1700 yılında yayınlanan Viaggio Settentrionale adlı seyahatnamesinde, Ravenna’lı İtalyan papaz Francesco Negri şöyle yazmış: “Şimdi Finnmark’ın uzak kıyısında, Kuzey Burnu’ndayım. Dünyanın damındayım diyebilirim. Daha kuzeydeki bölgeler meskûn değil. Artık merakımı tatmin etmiş bulunuyorum ve Danimarka’ya dönmek, sonra da Tanrının yardımıyla ülkeme kavuşmak arzusundayım.” [4]Aktaran K. Skavhaug, A.g.e., s. 34.
Günümüzde Kuzey Burnu’ndan Buz Okyanusu’nu seyreden gezgin, belki Francesco Negri kadar heyecan duymayabilir. Kaldı ki buraya ulaşmak için, onun gösterdiği çabayı göstermek, aştığı engelleri aşmak, yaşadığı tehlikeleri göğüslemek zorunda kalmadığından, belki buna hakkı da yoktur. Bu manzarayı nihayet, oldukça konforlu koşullarda gerçekleşen, olsa olsa biraz uzun bir yolculuk sonunda görmektedir. Ya da benzer bir heyecan duysa bile, onun gibi, bir girişiminin sonuna ulaşmanın doyumunu yaşayamaz. Çünkü günümüzde gezginin önünde aynı yönde ama daha uzak başka hedefler vardır: Svalbard Takımadası, Novaya Zemlya ve Zemlya Frantsa Iosifa. Francesco Negri bu toprakların varlığından haberdar değildi. Kendisini gerçekten dünyanın damında sanıyordu.
Ama bu doğanın etkileyiciliği de tartışılamaz. Şu sırada ufuk açıktır. Görüş mesafesi hayli uzundur. Gene de, 300 metre yükseklikteki yara çarparak yükselen nemli hava kitlesinin, rüzgâra açık sırtta soğuyarak bir dağ bulutu oluşturması ve böylece Kuzey Burnunu kısmen örtmesi ve sonra aynı rüzgârın etkisiyle, yarın bir başka kesiminden tekrar denize doğru alçalması sıkça mümkündür. O zaman Kuzey Burnu gerçekten masalsı bir mekânı görünümüne bürünüverir. Bu bulutlanmaya buralarda sık rastlanır.
Honningsvåg’tan sonra Kıyı Postası Barents Denizine kavuşacaktır. Çeşit çeşit martının ve fırtına kuşlarının yurt edindiği Smørbringa mevkiinde gemi, binlerce kuşun, bir Mozart piyano sonatını görüntülercesine uçuşmaları arasında yolalacak, Vardø ve Vadsø’ye uğrayıp yedinci günde, Varanger fiyordunun güney kıyısında, Rusya sınırına birkaç km uzaklıktaki Kirkenes’e ulaşacaktır. Orada son yolcularını indirecek ve bu kez, sanki daha kuzeysel bir gökyüzü altında, ve hayli yalpa ve baş kıç vurarak, ve hayli yağmur yiyerek geri dönerken batıya ve güneye doğru yolalacaktır.
Gerçekten kıyı postasının son uğrak limanı Kirkenes, İzmit’le aynı boylamdadır (30ºD). Oysa yolculuğun başlangıç noktası, Bergen, 5ºD boylamında, demek ki Marsilya’dan daha batıdaydı. Dolayısıyla bu yolculuk bir yandan kuzeye yolculuksa bir yandan da, ve belki daha da çok, doğuya bir yolculuk olmuştur.