Sabah Sükûneti Ülkesi’nin Kuzeyinde
Bu yazı Kuşun Kalem dergisinin Ocak-Şubat-Mart 2016 tarihli 39. sayısında yayımlanmıştır (s. 53-57)
Koreliler ülkelerini Sabah Sükûneti Ülkesi ya da Serin Sabah Toprağı olarak adlandırır: Çoson. Bu adlandırma, eğer Çin’in Merkez İmparatorluğu, Japonya’nın da Doğan Güneş Ülkesi olduğu düşünülürse, bu iki ülke arasındaki yarımadanın, yeryüzünde günün doğuşu ve ilerleyişi sırasındaki konumunun şiirli bir nitelemesidir.
Pyongyang’a Doğru
Pyongyang havaalanını kente bağlayan yaklaşık otuz kilometrelik yol, Taedong Irmağı’nın suladığı bitek bir ovadan geçer. Her iki yanda, uzakta, ormanlarla kaplı yükseklikler görülür. Bunlar çok sarp olmayan yumuşak tepelerdir. Tabanda, düzlük alanda, yolun sağında ve solunda dikdörtgen parsellere bölünmüş çeltik tarlaları vardır. Bu tarlalarda köylüler dikdörtgenin bir kenarına paralel bir çizgi üzerinde, düzenle dizilmiş, iki büklüm eğilmiş, ayakları ve elleri toprağı örten suyun içinde, çalışmaktadır. Kiminin başında yemeni, kiminin başında kadın tenisçilerin kullandıklarına benzer ama onlardan çok daha geniş çaplı güneş siperlikleri, kiminin başında kasket, hep birlikte adım adım, hizayı bozmadan ilerlerler. Bu çeltik parsellerinden bazılarında taze yeşil filizler bulutları yansıtan sudan yükselir. Yol ile tarlalar arasındaysa değişik bir biçimde budanmış ağaçlar –yapraklarını ve kabuğunu yakından görmedikçe türünün teşhisi güç ağaçlar– sıralanmıştır. Bunlar sadece bir gövde ile bir taçtan ibaretmiş gibi durur. Ne dört yöne uzanan dalları, ne de altında oturulacak gölgeleri vardır. Gövdenin tepesinde, o yılın sürgünlerinin yaprakları gövdeyle orantısız, küçük bir taç oluşturur. Kimilerinin gövdesinden ayrıca o yıl sürmüş ve ilkyazdan önce herhalde yeniden budanacak dalcıklar üzerinde taze, canlı parlak açık yeşil yapraklar vardır. Daha gerilerde, saçak uçları kırlangıç kanatları gibi göğe doğru dönen damların örttüğü evcikler görünür. Yol boyunca, şosenin iki yanını yeşillendirmeye girişmiş gönüllüler çalışmaktadır. Nitekim ülkenin hemen her yerinde muhteşem yeşil alanlar flora zenginliği ve bakımlılıklarıyla dikkat çeker. Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’ne (KDHC) uçakla ulaşan ve başkente yönelen gezgin bu görüntülerle karşılanır.
Araç gidiş gelişlerinin pek yoğun olmadığı genişçe şose kente yaklaştığında çeltik tarlaları geride kalmıştır. Kenti çevreleyen düşük nitelikli yerleşimler de görülmez. Parkların çevrelediği bir caddeye girilir. Ardından solda, Anavatanın Kurtuluş Savaşı (Kore Savaşı ) Şehitleri Mezarlığı’nın önünden geçilir ve etkileyici genişlikte, hayli tenha bulvarlardan kent merkezine, çarpıcı geçit törenlerinin yapıldığı Kim İl Sung Meydanı’na doğru ilerlenir. Coşkun bitki örtüsüyle kaplı bir parkın önünde, bundan sonra sık rastlanacak, Kim İl Sung ve Kim Jong İl’in birlikte resmedildiği ilk dev panoyu görürsünüz. Zafer Takı’nın çevresinden dolanırken rehberiniz, bu takın, Paris’teki L’Arc de Triomphe’tan on metre daha yüksek olduğunu belirtmeyi ihmal etmeyecektir.
Gezginler, rehberlerinin eşliğinde otele yerleştirilirler. Otelden yanlarında rehberleri ve bazen ikinci bir görevli olmadan çıkmaları istenmez -hattâ önlenir-. Bu durum, vize başvurunuz sırasında size imzalatılan belgede yeralır: “Madde 6. Yerel rehberler ziyaretçilere her an refakat eder.
Pyongyang Görünümleri


Taedong Irmağı, Pyongyang’ın birkaç kilometre doğusunda, sularını Eonjin Dağları’nın karlı zirvelerinden akaçlayan Nam Irmağı’nı da kendine kattıktan sonra güneydoğu yönünde akar ve başkenti ikiye ayırır. Irmak kentin içinden akadursun, sağ kıyısından birkaç başka akarsuya da kucağını açar. Hapjang, Pothong, Sunhua ve Ryonghung akarsuları tam Pyongyang’ın içinde Taedong’a katılır. Irmağın kent içinden aktığı bölümünde ayrıca adacıklar da vardır. Bu adacıklardan Rugna’da 150.000 kişilik 1 Mayıs Stadyumu ile bir eğlence parkı yeralır. Yanggak Adası’ndaysa turistlerin ağırlandıkları kırk yedi katlı Yanggakdo Oteli bulunur. Böylece Pyongyang, Amsterdam ya da Sankt Peterburg kadar olmasa da akarsular ve adalarla süslenmiş bir kent görünümü verir.
Sabahın çok erken saatinde, kentin batı ya da sağ yakasına bakan odamın penceresini açtım. Pusun ve hemen her zaman sezilen hava kirliliğinin etkisi altındaki kent henüz uyanmaktaydı. Irmaktan kum çıkaran tarak gemilerinde çalışma henüz başlamamıştı. Kuş uçuşu sadece bir iki km uzaklıktaki yüksek modern yapılar bile buğulu görünüyordu. Kıyıdaki yapıların gölgeleri, ovada hayli yavaş akan Taedong’un sularına yansımaktaydı.


Saat yediye yaklaşırken, taraklar Taedong’un dibini kazımaya ve madeni sürtünme sesleri ve gıcırtılar içinde çıkardıkları kumu tarak gemisine aborda etmiş mavnalara boşaltmaya başladı. Aynı anda kentin batı yakasından batı müziği sazlarıyla icra edilen tonal yapıda ve hayli yürük tempoda bir müzik sesi duyuldu. Pyongyang, Cuçe ideolojisini, yurt sevgisini ve ataların kahramanlığını işleyen müziklerle yeni bir güne başlıyordu. Bu şarkılardan birinde, Kore’nin geleceğinin, Yoldaş Kim Jong Un’un önderliğinde inşa edileceği, onun sayesinde halkın geleceğinin parlayacağı ve sosyalizmin muzaffer olacağı işlenmekteymiş.
Daha sonra bu müziği kenti gezerken de zaman zaman duydum. Bizde seçim dönemlerinde güçlü hoparlörlerle donatılıp sokaklarda dolaştırılan araçlarla yapılan, bilmem kaç desibellik yayınla, adayların ve partilerin oylarını çoğaltacağı sanılan uygulamaya benzemekle birlikte, daha çekilebilir türdeydi.
* * *
Kore Savaşı sırasında yerle bir edilmiş bu kent, toprağın kamusal mülkiyeti ve merkezi planlamalı kolektivist ekonominin sağladığı olanakla, görkemli görünecek biçimde yeniden inşa edilmiştir ve inşa sürmektedir. Kore Savaşı’nda ateşkes anlaşmasından hemen sonra onaylanan imar plânı ciddiyetle uygulanmıştır. Kentte, yüksek anıtların yanısıra büyük ve bakımlı parklar, birbirinden mesafeli modern gökdelenler, büyük kamu yapıları görülür. Kimileri yirmi otuz katlı modern çizgili mesken blokları, daha alçak ama çok daha geniş oturumlu, görkemli ve kunt kamusal yapılara komşudur. Bazı caddelerde daha az gösterişli, hattâ yakından bakınca inşaat kalitesi de pek parlak görünmeyen altı-sekiz katlı daha mütevazı mesken blokları sıralanmıştır. Ama hepsi belirgin bir geometrik düzen içinde yerleşmiştir ve mutlaka yeşil alanlara komşudur.
Dolayısıyla Pyongyang ferah ve yeşil bir kenttir. Bu parkların ve kamusal yapıların önlerinde, Önder Kim İl Sung ve oğlu Kim Jong İl’in, eğer heykelleri yoksa fotorealizm tarzında işlenmiş ve her zaman mutlulukla gülerken tasvir edildikleri büyük boy resimlerini taşıyan panolara rastlanır. Torun, Kim Jong Un’unkilerin de asılması yakındır. Bunun için babasının yas döneminin sona ermesi beklenmektedir.
Yapıların mimari çizgilerinin genel olarak güncel eğilimlerin biraz gerisinde kaldığı görülür. Bunun bir istisnası dev bir ok ucu gibi dar tabanlı bir üçgen duvar formunda göğe yükselen ve dev boyutlarından ve dudak uçuklatan maliyetinden ötürü henüz bitirilememiş Ryugyong Oteli’dir. Ama hemen bütün yapılarda dıştan bakıldığında işlevsellik açısından olumlu izlenim edinilir. Kamusal yapıların bir bölümü hayli yalın ve kunt çizgilerdedir. Ama biraz daha eskicelerinin cephelerinde belli bir etki yaratmaya yönelik sütunlar görülür. Kamu binalarının bazılarıysa geleneksel türde kat kat, kırlangıç kanadı saçaklı çatılarla örtülüdür. Kim İl Sung Meydanı’na hâkim Çalışma Evi (Milli Kütüphane) ve Halk Kültür Sarayı bunlardandır. Kim İl Sung Meydanı’nda Korelilerin ustası oldukları kitlesel geçit törenleri yapıldığında nomenklatura ’nın oturduğu tribünler bu Çalışma Evi’nin merdivenlerine yerleştirilir.
Kiminin genişliği 120 metreyi bulan caddelerde, trafik hiç yoğun değildir. Gene de Kuzey Kore’yle ilgili her yayında mutlaka yer alan ve mekanik bebek tarzı hareketlerle trafiği yönetirken görülen, mavi etek beyaz ceketli, beyaz soket çoraplı ve yüksek alınlıklı kasketleriyle memureler kavşaklarda ciddiyetle görev yapar. Asıl görevleri, oransal ağırlığı hayli fazla olan resmi araçları selamlamakmış izlenimine kapılırsınız. Bu memurların nöbet değişimleri bile neredeyse askeri törensel nöbet değişimlerini andırır. Topuklar üzerinde dönüşler, topukların bir araya getirilmesinden sonra, elleri omuzlara yaklaştıracak biçimde kollar sallanarak düz bir çizgi üzerinde yürüyüş, nöbet değişiminin biçimsel özelliğidir. Arada bir, iki uzun vagonlu, biraz demir yığını izlenimi veren kaporta renkleri soluk bir tramvay dizisi, madeni gürültülerle geçer. Bu trafik görevlilerini bir süre izleyebilmek keyifli oldu.
Caddeler o kadar geniş ve nüfus da, rehberin verdiği bilgiye göre, sadece üç milyon dolayında olunca sokaklar hiç kalabalık görünmez. Sabah ve akşamları, işe başlama ve bitirme saatlerinde kaldırımlar ve duraklar daha kalabalıklaşır. Koreliler, kalabalık saatlerde sokakta, yolda, durakta, merkez tren garının önünde beklerken yere çömelmeyi severler. Bu vaziyette bir de sigara tüttürürler.
Pyongyang’ın en kalabalık yeri Merkez Tren Garının önündeki meydandır. Tren saatini bekleyenler, bir bölümü dev bir ekranın karşısına dizilmiş sabit sıralara oturmuş, bir bölüğü yere çömelmiş, bir bölüğü ayakta, kent yönetimince gösterilen ve herhalde KDHC’in, Cuçe ideolojisinin ışığında elde ettiği başarıları, ya da önderlerin yüceliğini işleyen filmleri seyretmektedir.
Sokaklarda çocuklar çoğunlukla üniformalar içinde ve sınıf ya da okul arkadaşlarıyla birlikte görülür. Kızlarda lacivert etek, erkeklerde lacivert pantolon ve her ikisinde beyaz gömlekten oluşan okul üniformalarını, ilkokul çocuklarında kırmızı bir izci fuları tamamlar. Onları, başlarında öğretmenleriyle, Çocuk Sarayı’ndan çıkarken, ya da Pyongyang Sirki’nin önünde sıralarını beklerken görürsünüz. Sağlıklı, bakımlı ve olgun okul çocukları izlenimi verirler.
Aynı çocukları büyük bir grupla, on iki telli Kayagum, iki tokmakla çift taraflı çalınan Jangu (bir tür davul) ve bir iki başka geleneksel sazdan oluşan bir orkestrayla, muhteşem bir beraberlikle müzik yaparken ve şarkı söylerken izlemek heyecan verir. Çocukların başarılı bir kulak, ses ve müzik eğitiminden geçtiği açıkça belli olur. Eğitimde sanat ve sporun önemli bir yer tuttuğu anlaşılıyor. Fakat bu görüntüler, aynı zamanda uçsal bir disiplinin, çocuklara belki pek de uygun olmayan bir ciddiyetin de göstergesidir. Zaman zaman televizyon ekranlarında seyrettiğimiz, stadyumlarda yapılan ve izleyici kadar –belki izleyiciden çok– aktörün katıldığı Kuzey Kore tören ve gösterilerindeki performansın ardında muhtemelen çocukluktaki bu eğitimin de payı vardır.
Anıtlar ve Parklar
Pyongyang kenti tahmin edilebileceği gibi hayli sınırlı konuları işleyen anıtlarla süslenmiştir. Bu anıtların bir özelliği eğer bir tür “güdümlü sanatı” ve öncelikle siyasal nitelikli bir eğilimi yansıtmalarıysa, bir ikinci özelliği de boyutlarıdır. Önderlerin bronz heykellerinin ya da mermer çerçeveler içinde oturtulmuş resimlerinin önünde insanlar pek küçük kalırlar. Mansu Tepesi’ndeki (Mansudae) Kim İl Sung ve Kim Jong İl heykellerinin boyu yirmi iki metredir. Kim İl Sung’un Kore’nin temel ilkeleri olarak ilan ettiği bağımsızlık, kendine yeterlik ve kendini savunma ilkeleri adına dikilmiş Cuçe Anıt Kulesi’nin yüksekliği, üzerindeki 20 metrelik kızıl yalımlarla birlikte 170 metreyi aşar.
Parklarda, kamu kurumlarında, metro istasyonlarında, önderlerin tasvirleri dışında orduyu, Çoson halkını, çeşitli kesimlerinin mutluluğunu, başarılarını, bilime, çalışmaya düşkünlüklerini alegorilerle temsil eden dev duvar panoları görülür. Bunlarda illüstrasyon tarzı egemendir. Bu resimler bana, bir ölçüde, özellikle İstanbul’u ve halkını biraz nostaljik giyimler ve ayrıntılar içinde betimleyen Faruk Cimok’un resimlerini anımsattı. Ama burada gördüklerimin hemen hepsinde ileri derecede düz bir sosyalist akademizm eğilimi egemendi.
Bunlar içinde hayli etkileyici olanlar da var: Mansu Anıtı’nın iki yanında, bir biri peşi sıra dalgalanan bayraklar biçimindeki bir fon duvarının iki yanına dizilmiş, asker, köylü, işçi, öğretmen, sanatkâr vd. Korelileri temsil eden ve her biri beş metreye yaklaşan yüzlerce heykelden oluşan dev kompozisyonlar bunlardandır. Buna karşılık gene Mansu Tepesi’ndeki havuzlu parkta, havuzun içine bakışımlı dizilmiş birbirinin aynı otuz kadar kadın figüründen oluşan “Kar Yağışı” heykel grubu açıkça kitch niteliğinde anıtlara örnektir.
Çin’ de, Japonya’da rastlanan ve uzun bir tarihleri olan, su yüzeyleriyle süslenmiş, ve onların yarattığı neredeyse dönencesel iklimle olağanüstü bir bitki zenginliğine sahip bahçeler Kuzey Kore’de yoktur. Buradaki parkların tasarımları daha çok İngiliz tarzını andırır. Geniş ağaçlık alanların araları, kenarları çiçek tarhlarıyla süslü geniş çimenliklerle örtülüdür. Bunun en güzel örneklerinden biri Mangyongdae’de, Kim İl Sung’un doğduğu ev olarak gezdirilen yerin çevresindeki parktır.
Kol Gücünün Önemi


Kuzey Kore’de kentte ve kırda gezen yolcunun dikkatini çeken bir nokta, bir çok işin makine kullanılmaksızın, kol gücüyle ve hayli basit aletlerle yapılmasıdır. Kent merkezinde bir yapının sadece balyoz darbeleriyle yıkılmaya çalışıldığını görürsünüz. Büyükçe sayılabilecek kimi inşaatlarda kum ve çimento, kürekle yerde karılır. Yol kenarında çalışanlar toprağı bir tür sepetle taşımaktadır. Tarlalarda öküzle çekilen sabanlar görülür. Pyongyang’ın güney batısına, Kaesong yakınlarında iki Kore’yi ayıran sınıra, kuzeyinde Myohyang Dağı’na karayoluyla yapılan ve toplamı 800 km’ye yaklaşan yolculuklarda, aralarından geçilen tarlalarda tarım makinelerine hemen hiç rastlamadım. Nihayet köyler arasındaki gidiş gelişler ya bisikletle ya da yaya yapılıyor izlenimi doğar.
Kuzey Korelilerle Sınırlı Temaslardan İzlenimler
Uluslararası medyada olumsuz, hattâ kimi zaman incitici imgelerle anılan Koreliler, genellikle ince yapılı, zarif insanlardır. Eğer sıfır beden manken hayranlığı sürüyor olsaydı, Koreli kadınlar, biraz batı tarzı giyim ve bakımla, podyumların en güzelleri ve değerlileri arasında yeralırlardı. Sanıyorum ki gezgin, genellikle, bu ülkenin insanlarıyla istediği ölçüde iletişim kuramamış olmanın verdiği doyumsuzlukla ayrılıyor. Sıradan bir yabancının temas kurabildiği sınırlı sayıda meslekten Koreliler, sevecen, iyi niyetli, yurtsever insanlar izlenimi bırakır. Hiçbiri, bazı Batı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, ona: “Burada ne işin var?” Ya da “Sana lütfen hizmet ediyorum” havasında davranmaz. Aksine, ellerinden gelenin en iyisini yapmaya hazırdırlar.
Evlilik törenlerinin bir parçası olarak Mansu Anıtı’nı ziyarete gelen, geleneksel giysileri içinde gelinler ve biraz gergin damatlar, turistlerin birlikte fotoğraf çektirme taleplerini güler yüzle karşılar. Hattâ bunların arasında oldukça yüksek rütbeli olduğu anlaşılan bir asker damat sabırla birçok kişiyle ayrı ayrı fotoğraf çektirir. Fotoğraf çekenlerin hiçbiri, adresini alıp, çektiği fotoğrafı ona göndermeyi akıl etmese de farketmez.
Ziyaret ettiğiniz, Taedong Irmağının Sarı Deniz’e döküldüğü noktada inşa edilmiş baraj hakkında bilgi veren görevli, bu önemli mühendislik eseriyle ülkesi adına gurur duymaktadır. Bunu size hissettirir. Anavatanın Kurtuluş Savaşı müzesini gezdiren hayli zayıf ve zarif kadın üsteğmen Kore Savaşı’nda Kuzey Korelilerin başarılarını anlatırken heyecanlanır.
Sokaklarında yabancı turistlere sarkan, onlara öteberi satmaya çalışan ya da dilenen kimseyi göremezsiniz. Turistler ilgi çeken yabancılar değildir. Sokaktaki halkın verdiği izlenim, ezilmişlik değil ağırbaşlılıktır.
Gerçi kentin kimi ayrıntılarından ve insanlarından bir ölçüde yoksulluk izlenimi sadır olmuyor değildir. Ama bu, onurla telafi edilir görünüyor.
Bir Doğa Cenneti: Myohyang Dağları
Kısa süren ziyaretim sırasında KDHC’de en etkileyici bulduğum yerlerden biri Myohyang Dağları oldu. Mançurya (Kuzeydoğu Çin) ile Kuzey Kore toprakları arasında paylaşılmış gibi duran Uzun Beyaz Dağlar’ın (Çang Pai Çan masifi), güneybatıya yönelen uçlarından biri Myohyang dağlarıdır. Burası hemen doruklarına kadar, karışık ormanlarla kaplı, sessiz ve görkemli bir coğrafyadır. Sabahın erken saatlerinde uyanırsanız zirvelerini dağ bulutlarıyla örtülmüş göreceğiniz dağlar, meşe, kızılçam, titrek kavak, karaağaç, bazen ceviz ağaçlarıyla donanmıştır. Yamaçlardan akaçlanan sular, taşlı yataklardan, kimi zaman dik düşüşler oluşturarak akıp vadideki Chongchon Irmağı’na katılacaktır.


Burada, Hyangsan dolaylarında, yabancıların Kuzey Kore yöneticilerine verdikleri armağanlar, geleneksel tarzda çatılarla örtülü modern bir yapıda sergilenir: Uluslararası Dostluk Sergisi. Bunların arasında Sovyetler Birliği’nin armağanı bir uçak, Çin’in armağanı bir zırhlı tren vagonu ve binlerce başka, değerli materyalden yapılma ya da sembolik değerler içeren, nesneler sergilenir. Bunlar arasında Türkiye’den bazı derneklerin ve bir siyasi partinin armağanları da görülür.
Bu yörede daha ilginç olan, bir Budist tapınağıdır. XI. yüzyılda kurulduğu belirtilen Pohyon Tapınağı, hiç kuşkusuz defalarca tahrip olup/edilip yeniden inşa edilmiştir. Belki iki taş pagoda dışında hiçbirşey gerçekten eski değildir. Ama gelenek, belki de daha çok turistik amaçlarla ve birkaç Budist rahibin gayretleriyle sürdürülmektedir. Ziyaretçiler belli bir sayıdaysa eğer, rahiplerden biri sevecenlikle kameralara poz verecek, sonra,kutsal figürleri temsil eden heykellere dönüp, elinde küçücük bir davula, kulağa ve yüreğe hoş gelen bir ritimle vurarak heyetin sağ salim yurduna dönüşünü dileyecektir. Gezginlerden bazıları, oradaki bir kutuya birkaç dolar ya da yuan bırakır.
Güçlükler: Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nde Gezmek
Yabancı bir ülkeyi gezmeye giden insan, kendi ilgi alanlarına, önceliklerine, meraklarına göre bir izlek hazırlar ve onu imkânları ölçüsünde gerçekleştirmeye çalışır. Yalnızdır ya da aile bireyleriyle, arkadaşlarıyla birliktedir. Yabancılıktan kaynaklanan güçlükleri de bir başına aşar. Ama bu durum dikkati artırır, belleği ve görme yeteneğini güçlendirir. Sonunda insan kendince özgün bir izlenim edinir, değişik şeyler öğrenir. Oysa turist vizesiyle Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’ne gelen yabancılar görevlilerce ve büyük ölçüde onların tasarladığı izleğe göre gezdirilir. Sonuçta gösterilmek isteneni, gösterilmek istendiği ölçüde görürsünüz. Rehberinizi izlemekle yetinmek zorunda kalırsınız.


Rehberin süregiden önderliği, üstelik otobüsten otomobilden, sadece birkaç dakikalık yürüyüşle hedefe ulaşacağınız yerde indirilmeniz, belki kolaylık sağlar; ama karşılığı çok ağırdır: kentin topografyasını içselleştiremezsiniz. Oraya nasıl, nereden geçerek ulaştığınız bellekte yer etmez. Otobüs ya da otomobil penceresinden gördükleriniz sadece birkaç saat sonra bellekte birbirine karışır, bulutlar içinde bir imgeler dizisiyle baş başa kalırsınız.
Ama daha da güçlük yaratan, herkesin aynı yerleri görüyor olmasıdır. Eğer bütün Kore halkının, -kimi medya kaynaklarında yazıldığı gibi- köklü bir ideolojik eğitimden geçirildiği ve yurtları ve yöneticileri konusunda tek boyutlu bir görüşe –inanca- sahip oldukları doğruysa, turistler de tek boyutlu bir Kore düşüncesiyle döner ülkelerine. Buysa herhalde gezinin özünün yokoluşudur. İnternette ya da Google Earth’te yeralan Kore’ye ilişkin fotoğrafların konu benzerliği hatta çekildikleri açıların birbirine yakınlığının nedeni budur. ARTE Televizyonu’nun muhabirleri de hemen hemen aynı nesnelerin aynı fotoğrafını –ama hareketli olarak– çeker.[1]ARTE’nin, herzaman olduğu gibi, Avrupa dışındaki dünyaya yukardan bakan yaklaşımının eksik olmadığı birkaç program şu adreslerden izlenebilir: … Tümünü Gör Ya da belki fabrika işçisi bir kadınla görüşebilmişlerse de, o, yönetimin seçtiği ve önceki yıl en başarılı işçi ödülünü almış ve Önder’e içten bağlılığını her an kanıtlamış olanıdır.


Otel çalışanları, götürüldüğünüz bir iki dükkânın tezgâhtarları ve rehberleriniz dışında hiçbir Koreliyle görüşmek imkânı bulunmaz. Kitap satılan yerlerde satın alabilecekleriniz, birkaç tanıtıcı kitap, resim albümü tek bir Kore haritası ve tek bir Pyongyang kent plânından başka sadece liderlerin kuramlarını ve konuşmalarını içeren kitaplardır. Bunlar, 50’li 60’lı yıllarda Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi bir “Yabancı Dilde Yayın Kuruluşu” tarafından basılmıştır. Kaldı ki Kore’ye girerken denetim memurları, çantanızda Kore’ye ilişkin bir kitap bulurlarsa, bunun basılışında Kore Hükümeti’nin onayı olup olmadığına bakarlar, yoksa ülkeye sokulmaz. Çıkışta iade edilmek üzere el konulur.
Yolculuğun Sonunda
Bu yazıda, batı medyasında yeralan KDHC ile ilgili yayınların çoğunda rastlanan bilgileri, görüş ve iddiaları yinelemekten kaçınılmıştır. Bu satırların yazarı, siyasal rejimin günahları ve sevapları konusunda konuşmakta kendisini yeterli görmez. Nihayetinde ancak bir hafta süren ve günlük programlarını kendisinin seçmediği bir gezinin yarattığı, kişisel ve doğallıkla öznel izlenimlerini iletmekle yetinmiştir. Düşünce ve gözlemlerinin odağında siyasi rejim ancak dolaylı olarak vardır, ön plana geçen Kore’nin toprağı ve insanlarıdır.
XIX. yüzyılın başkaldıran coğrafyacısı Elysée Reclus, 1882 yılında Yeni Dünya Coğrafyası’nında, Kore için şunu yazmıştı: “Yabancıları kendi ülkeleri konusunda bilgiden yoksun bırakmak, Korelilerin süregiden bir geleneğidir. Oysa dağları daha harikulâde, vadileri daha güzel ve ürünleri daha çeşitli olup da, ondan daha çok tanınmayı hakeden pek az ülke vardır yeryüzünde.”[2]Elysée. Reclus, Nouvelle géographie universelle, Vol VII, L’Asie orientale. Librairie Hachette, Paris 1882. s. 659. Öyle görünüyor ki bu gelenek, Sabahın Sükûneti Ülkesi’nin kuzeyinde hâlâ sürmektedir. Ülkede bir hafta geçiren yabancı, pek az şey öğrenerek yurduna döner.
Ama en önemli kazanımı, insanlığın siyasi ve kültür tarihinin önemli varyantlarından, arayışlarından, deneylerinden birini, çok sınırlı ölçüde de olsa doğrudan, canlı olarak gözleyebilmiş olmasıdır: Merkezi plânlamalı kolektivist ve otoriter toplum. Dünyanın başka yerlerinde bu türde bir başka siyasi rejim kalmamış gibidir. –Gerçi özenenler her zaman olabilir.– Yirminci yüzyılda “Duvar” yıkılmadan önce Doğu Avrupa toplumlarını, Deng Şiaoping’den önce Çin Halk Cumhuriyeti’ni izleyememiş olanlar için bu bir yandan da zaman tünelinde bir yolculuk ve bir tarih dersidir.
Doğru-yanlış “bildiklerini” ve önyargılarını evinde bırakmış gezgin için, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’ni ziyaret her durumda çok önemli bir deneyimdir.
Dipnotlar
↑1 | ARTE’nin, herzaman olduğu gibi, Avrupa dışındaki dünyaya yukardan bakan yaklaşımının eksik olmadığı birkaç program şu adreslerden izlenebilir: https://www.youtube.com/watch?v=Z53JRM7WKyE |
---|---|
↑2 | Elysée. Reclus, Nouvelle géographie universelle, Vol VII, L’Asie orientale. Librairie Hachette, Paris 1882. s. 659. |