Sankt Peterburg Deniz Müzesi – Botik’ten Nükleer Deniz Gücüne
Bu yazı, Motor Boat and Yachting dergisinin, Şubat 2015 tarihli 87. sayısında (s.150-154) yayınlanmıştır.
Sankt Peterburg Merkez Askeri Deniz Müzesini ilk kez ziyaret ettiğimde, Neva’nın deltasında, ırmağı Büyük ve Küçük Neva adlı iki kola ayıran Vasiliyevski Adası’nın doğu ucundaydı. Burada, 19. yüzyıl başlarında neo-klasik tarzda inşa edilmiş ama Sovyet Devrimi’nden sonra, merkezi plânlamalı kolektivist ekonomik düzenin kurulmasıyla işlevini kaybetmiş olan borsa binasına yerleşmişti. Bu kez, müzeyi yetmiş yıldan beri yerleşik olduğu yerde bulamadım. 2014 yılının ortalarına doğru Neva’nın sol kıyısına, ülkenin denizcilik tarihinden izlerin egemen olduğu bir noktaya taşınmıştı. Eski binasının Hermitage müzesine ekleneceği belirtiliyor.
Büyük Neva’nın sol kıyısında, günümüzde Rusya Donanması Genel Karargâhı işlevi gören eski Amiraller Kurulu Dairesine pek uzak olmayan bir noktada, Yeni Hollanda Adası bulunur. Burası, güneyinden geçen Moyka Irmağı bir üçgenin tabanı sayılırsa, diğer iki kenarını oluşturan Amirallik ve Kryukova kanallarının açılmasıyla, demek ki insan eliyle, oluşturulmuş ve üzerinde dar bir kanaldan girilen bir iç liman bulunan yapay bir adadır. Bu ada, 1700’lerin başlarında, şimdiki Rusya Donanma Komutanlığının yerinde varolan ve aynı anda beş geminin birden inşa edilebildiği tersanenin tomruk ve kalas ihtiyacının depolanması ve Rus donanmasının bakımı için kullanılmıştır. Kryukova Kanalının öteki kıyısındaysa 1850 yılı dolaylarında inşa edilmiş bir bahriye okulu bulunuyordu. Bu okulun 1990’lara kadar burada öğretim ve eğitime devam ettiği anlaşılıyor. Kuzey ucu Truda Meydanı’na bakan, güney kanadı Moyka Irmağı’na, batı kanadıysa Kryukova kanalına koşut bu büyük ve tarihi yapı günümüzde işte Merkez Askeri Deniz Müzesini barındırıyor.
Buna Merkez Deniz Müzesi denilmesinin nedeni, aynı idari yapı içinde başka müzelerin de varoluşudur. Örneğin, Neva deltasını oluşturan kollardan Büyük Nevka’nın kıyısında bağlı, Sovyet Devrimi’ndeki rolüyle ünlenmiş Aurora kruvazörü, Sankt Peterburg’a on dokuz deniz mili uzaklıktaki Kotlin adasının tarihi Kronstadt kalesi ya da Narodovolets denizaltısı bunlardandır.
Müzenin Kryukova Kanalı kıyısındaki kemerli giriş kapısında, Rus bayrağı ile Rus Donanma bayrağı asılıdır. Giriş öyle pek gösterişli, görkemli değildir. Sıradan bir kamusal mekâna girilir gibidir. Hemen içerde, kapının yanında bir iskemleye oturmuş, bıkkın tavırlı, yaşlıca görevli, sağa sola bakındığınızı görünce size, biraz içerlerde kalmış bilet gişesini gösterir. Bu görevli, bütün müzede İngilizce konuşabilen –en azından benim ziyaretim sırasında görevli olanlar arasında– tek kişidir.
19. yüzyılın ortalarında inşa edilmiş ve döneminin mimarlık anıtı olarak koruma altında bulunan tuğla kaplamalı, yalın cepheli bu eski okul yapısı hayli minimalist bir yaklaşımla yenilenmiş ve yeni işlevine uygun hale getirilmiş. Malzemeler iki katta sergileniyor. Daha girişte, eskisine kıyasla daha ferah, daha geniş bir mekânda bulunulduğu anlaşılıyor. Gerçekten bu müze, eski yerindeyken çok tıkış tıkıştı
Büyük Petro Eserini Gururla Seyrediyor
Girişte, beklenilebileceği gibi, Rus denizcilik tarihinin en önemli figürü, I. Petro’nun heykeli ziyaretçiyi karşılar (D.1672-Ö.1725; saltanat dönemi: 1682-1725 –bu saltanatın ilk 14 yılı, ağabeyi V. İvan’la müşterektir– 1696 yılından itibaren tek başına hüküm sürmüştür). Heykelin yüksekçe bir kaide üzerine yerleştirilmiş olması, bu denizci hükümdarın daha da heybetli görünmesini sağlar. Göz hizasında sadece adını okursunuz; başınız ancak Büyük Petro’nun çizmelerinin burnunun düzeyindedir, başınızı kaldırıp heykele iyice aşağıdan bakmanız sağlanmak istenmiş gibidir. Oysa kapalı mekânda sergilenen bir heykelin eğer sanatsal değeri öne çıkarılmak istenseydi, ziyaretçinin daha kolayca inceleyebileceği bir konumda olması gerekirdi.
Petro heykelinin ardından, müzenin iki düzeyli büyük salonu ve bunun da ön plânında, Çar’ın, bir depoda bulup onartıp, denizciliği ve yelken kullanmayı öğrenmeye başladığı, şalupa türündeki ünlü Botik görülür.
“Rus Donanmasının Tohumu”


Botik sözcüğü Rusçada küçük gemi, gemicik anlamına geliyor. Bu tekne güvertesiz, tek direkli, kürek ve yelkenle yolalan bir küçük gemidir. Boyu 7, genişliği 1,97 metredir ve borda yüksekliğine bakarak su çekiminin çok az olduğu kolayca farkedilir. Ya İngiltere’de ya da Danimarkalılar tarafından İngiliz plânları uyarınca Rusya’da 1640’larda inşa edildiği sanılıyor.
Petro on altı yaşındayken, büyükbabasına ait bu tekneyi, Moskova yakınlarında hükümdar soyuna ait bir malikânede harap halde bulur. Onartır ve Moskova dolaylarındaki ırmak ve göllerde denizcilikte ilk adımlarını atmaya başlar. Bilindiği gibi bu sevgi ve bilgi, stratejik uzak görüşlülükle birleşip, güçlü çarın, Batı Avrupa’nın gemi teknolojisini yurduna getirmesiyle sonuçlanacaktır. Sonradan gemi Sankt Peterburg’a götürülür. Petro tek başına tahta geçtikten sonra onunla Neva Irmağında seyreder, yarışlara katılır, törenlerde kullanır.
Bu gemi Petro’nun ölümünden sonra, Çarlık Dönemi boyunca törenlerde kullanılmış, özenle korunmuştur. Çariçe II. Yekaterina (Katerina) bu teknenin korunması için Petro ve Pavel Kalesinde özel bir bina inşa ettirir. Sovyetler döneminde ilkin, çarlık döneminin birçok kalıtı gibi önemsenmez, Peterhof Sarayı’na götürülüp bırakılır. Ama sonradan, 1940’ta, Leningrad Kuşatması öncesinde bu kentin Deniz Müzesine konulur.
Bu küçük teknenin, Rus donanmasının “büyük babası” olduğu; bir ağaç için tohum neyse Rus donanması için de Botik’in o olduğu, söylenegelmektedir. Müze ziyaretçileri, eğer özel olarak ona yönelmezlerse, doğal ziyaret güzergâhı içinde en son onu görmektedirler. Bir bakıma, “işte bakın, izlediğiniz 300 yıllık bu görkemli donanmanın kökeninde bu tekne vardır” denilmektedir.
Gemi Modelleri Odasından Müzeye
Giriş holünün sol tarafında, çeşitli ressamların deniz savaşlarına ilişkin tabloları, gemilerde kullanılmış toplarla birlikte sergileniyor. Bu tablolardan biri, topların sıralandığı güverteyi içten göstereni, toplarla bütünleşerek nerdeyse üçüncü bir boyut kazanıyor. Sanki bir yerleştirme izlenimi yaratıyor.


Sağ tarafta, iki katta, birinden diğerine birden çok kapıyla geçilen, sıralı sergi salonları bulunuyor. Ortada üstü camla kaplanmış avluda, değişik dönemlerden ve birbirinden çok farklı unsurlar (denizaltı ya da muhrip modeli, denizden atılan füze, üniforma, uçaksavar topu, tablo, pruva figürleri, kampana, dümen dolabı vd.) tematik ya da kronolojik bir düzen gözetilmeden sıralanmış. Büyük Petro heykelinin çevresinde de değişik dönemlerden (İkinci Savaş dönemine kadar) toplar görülüyor.
Müzenin batı kanadında iki kat üzerindeki sergi salonlarında egemen unsur gemi modelleri. Zaten bu müzenin kökeninin, Büyük Petro’nun kurduğu “gemi modelleri odası” olduğu biliniyor. Bu “oda”, sonraki çarlar tarafından da geliştirilmeye devam edilmiş. Nitekim sergilenen modeller arasında bir gemi modeli/maketi olmanın ötesine geçerek, çarlara yakışır bir süs eşyası, hattâ sergilenecek bir mücevher niteliği ön plâna çıkan, örneğin kehribarla işlenmiş olanları ya da kaplumbağa kabuğundan yapılmışları da var.
Büyük salondaki, olasılıkla Eskiçağ’dan kalma yekpare meşe tomruğundan oyulmuş pirog dışında, sergilenen gemi modelleri ve malzemeler, genellikle 18. yüzyıl ve sonrasına ait. Daha önceki dönemlerden pek fazla malzeme görünmüyor. Belki en eskisi, üç direkli ve Lâtin yelkenli, yirmi dört oturaklı bir kadırga. Alt kattaki salonlarda temalara göre bir ayırım yok. Birbiri ardı sıra gemi maketleri, üniformalar, bazen bir vitrinin yarısını gururla işgal eden tek bir kasket… Sonra bir dalgıç takımı, bir miyar pusulası… Duvarlarda, çerçeveli fotoğraflar, tablolar… Bazen bir denizcinin, bir komutanın yaşamını ve hizmetlerini fotoğraflarla aktaran ve diploma, nişan ve bazı eşyalarının sergilendiği vitrinler var. Bunlardan birinde Rus donanmasında hizmet etmiş Finlandiyalı bir amiral onurlandırılıyor.
Buna karşılık 20. yüzyıla ayrılmış üst kat salonlarının her birine geçişte, kapı boşluklarına asılmış pirinç levhalarda Rusça ve İngilizce olarak o bölümün teması belirtiliyor: Örneğin Rus-Japon Savaşı. Tsushima Savaşı (1904-1905); Rus-Japon Savaşında Port-Arthur ve Vladivostok Savunması; Varyag kruvazörünün savaşımı; Birinci Dünya Savaşında Karadeniz filosu ve Buz Okyanusu filotillası (1914-1917); 1917 Devrimi sırasında donanma; iç savaş ve dış müdahale (1917-1922)…


Fakat bir yandan malzemelerin benzerliği, (Rus-Japon Savaşı’ndan 1. Dünya Savaşı’na kadar donanma teknolojisi ve gemi türlerinde ve silâhlarda pek büyük bir değişiklik olmamıştır. Bu dönemde mahmuz başlı, çok bacalı, taretli ve borda toplu buharlı ağır zırhlılarla torpidobotlar egemen unsurdur), bir yandan tek tek malzemeler için Rusça dışında açıklama olmayışı, bu tabelalara rağmen ziyaretçiyi biraz yüzer-gezer bir havaya sokmakta, zihinsel bir doyumsuzluğa götürmektedir. Bu salonlarda da Rus gemilerinin, muhtemelen eski müzeden kalma ahşap çerçeveli camekânlar içinde hayli büyük ölçekli maketleri bulunuyor. Yanısıra o savaşta henüz yeni bir silah sayılabilecek torpidolar var. Ayrıca yabancı ziyaretçinin kime ait olduğunu anlayamadığı muhtemelen bir komutan büstü ile Rus donanma bayraklarının yanı sıra Japon ve Japon donanma bayrakları ve o savaşa ilişkin güzel tablolar sergileniyor.


Sonraki salonlarda malzemeler iki savaş arası dönemde Sovyet Donanması (1922-1941); nükleer füze donanımlı bir okyanus filosunun kuruluşu (1965-1975) ve nükleer füzeli Sovyet okyanus donanması (1975-1991) temaları çerçevesinde düzenlenmiş.
Böylece üst kat salonlarından son birkaç tanesinde Soğuk Savaş dönemi donanmasından örnekler görülebiliyor. Güçlü destroyerler, helikopter taşıyıcıları ve nükleer denizaltı modelleri denizden su üstü ve hava hedeflerine fırlatılan füzelerle birlikte sergileniyor. Bunlar müzenin, kronolojik olarak en son unsurları. SSCB’nin ve Varşova Paktının dağılışıyla Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonraki döneminin donanmasına ait malzemeler, eğer bilgi eksikliğinden atlamadıysam, yer almıyor.
Müzede Türk-Rus Deniz Savaşlarının İzleri
1. Petro denizcilik atılımını başlatırken siyasi hedeflerinden biri Baltık Denizi’nde egemen kuzeybatı komşusu İsveç idiyse diğer hedefi de Karadeniz kıyılarının tamamına egemen Osmanlı İmparatorluğu’ydu. Nitekim II. Mustafa’nın saltanatı sırasında, 1695 yılında kara savaşıyla ele geçiremediği Azak Kalesi’ni, kurduğu nehir donanmasının katkısıyla 1696 yılının Temmuz ayında, ele geçirdi. Sonrasında Osmanlı Donanmasıyla Rus Donanması arasında, gerek Karadeniz gerekse Ege’de birçok çarpışma olmuştur. Rusya’nın Baltık’tan çıkıp gelen donanmasının 1770 Çeşme Baskını, bunlar arasında bizim için en acıyla anımsanandır. Ruslar, bu uzun seyrin ve baskının plânlaması, lojistik sorunlarının çözülmesi ve icrasında o dönemin denizcilikte en önde giden uluslarından İngilizlerin büyük yardımını görmüşlerdi.
Müzede Türk-Rus savaşlarına ilişkin sınırlı tür ve sayıda malzemeler yeralıyor. Görülebildiği kadarıyla bunların başlıcaları batırılan ya da ele geçirilen Osmanlı gemilerinin bayrakları (değişik salonlarda dört adet) ile Rus ressamlarının bu savaşlara ilişkin tablolarından ibaret. Dolayısıyla, örneğin, Avusturya askeri müzelerindeki kadar çok Osmanlı kökenli malzeme sergilenmiş değildir.


Ressam Bogülof’un eseri bu tablolardan birinde 11 Mayıs 1877 tarihinde, Tuna Nehrinde İbrail (Braila) yakınlarında Rus topçusu tarafından vurulan Lütf-ü Celil’in infilâkı resmedilmiş. Diğerindeyse gene Tuna’da bir Osmanlı buharlısına yapılan saldırı konu ediliyor.
Yolculuk öncesinde bir kitapta rastladığım ve bu müzede olduğunu öğrendiğim İvan Ayvazovski’nin, Rusların 1853 Sinop Baskını tablosunu ise göremedim. Rezervde ya da başka bir yerde sergileniyor olmalı. Görmediğim belki de iyi oldu. Ama gene de 1770-1877 arasındaki yüz yılda Rus donanmasının Osmanlı donanmasına verdirdiği zayiatın bilançosu karşısında can sıkıntısına kapılmamak mümkün değil.
Hayranlık Veren Tablolar


Bu müzenin hayranlık uyandıran yanlarından biri, gemiler ve deniz savaşlarını işleyen tabloları. Her salonda, dönemle, o dönemin savaşlarıyla ilgili gerçekten çok güzel yağlıboya tablolar yeralıyor. Bunlar gemi resimlerinden ibaret değil; birçoğu gemilerin güvertelerindeki eylemleri, gemideki yaşamı da işliyor. Rusya’da, Fransa’daki gibi “Bahriye ressamı” unvan ve imtiyazlarına sahip bir ressam kategorisi olup olmadığını öğrenemedim. Ama müzedeki bahriyeye ilişkin tablolarda Rus resim sanatının üstün nitelikleri yansımaktadır. Ressam A. K. Begrov’un “Svetlana Fırkateyninin Güvertesinde”, ve Bogolübof’un “Le Havre Rıhtımı” görülmeye değer. Bu sonuncusu, büyük salonda sergilenen bir yelkenli kayıkla birlikte müzedeki sivil denizcilikle ilgili ender unsurlardan ikisi.
Müzede ilgi çeken bir başka unsur, ahşap tekneli yelkenli gemilerin kalafatlanma biçimi ile bir kıyıda kuru havuz inşaatını mükemmel biçimde açıklayan maketler. Özellikle gemi kalafatlamasını canlandıran maket çok başarılı; ana direklerin üzerindeki serenlerle gabya ve babafingo çubuklarının sökülüşünden sonra, geminin suda, bocurgatlar yardımıyla bir bordası üzerine yatırılarak, diğer yanda karinasının, kıyıya bağlı sallar üzerinde çalışan kalafatçılar eliyle nasıl işlendiği çok güzel açıklanıyor.
Buna karşılık sergilenen bazı toplar sanki gemilerde kullanılmış olabilecek gibi görünmüyor. Örneğin büyük salonun üst tarafında sergilenen, büyük demir tekerlekli top ya da I. Petro heykelinin yanındaki çember tekerlekli top bunlardan.
Saat 11’de açılan müzeye giriş 250 ruble, fotoğraf çekmek için de ayrıca 200 ruble ödemek gerekiyor. Müzenin içinde bir su ya da kahve içecek, arada biraz dinlenilebilecek bir yer yok.
* * *


Dört saat kadar süren bu müze gezisinde çok şey gördüm. Ama pek az şey öğrendim. Benim için hayli sıkıntılıydı. Sergilenen hiçbir nesnenin Rusça dışında yaygın kullanılan dillerden birinde yazılmış açıklamalarının bulunmayışı ziyaretçiyi çok zorluyor. Kendinizi engellenmiş hissediyorsunuz. Nesnelerin açıklamaları bir yana, Rusça dışında bir dilde müzenin bir kat ve salon plânı, hattâ bir broşürü dahi yok. Görüştüğüm bir görevli, bunun müzenin yeni taşınmış oluşundan kaynaklandığını belirtti. Nihayet müzenin sergileme sistematiği de pek başarılı gibi görünmüyor.
Öte yandan salt bir askeri müze olması da müzenin çekiciliğini sınırlar gibi görünüyor. Oysa Rusların 18. yüzyıldan başlayarak özellikle kuzeysel sularda, Svalbard’dan Behring Boğazına kadar, önemli araştırma ve keşif seferleri yapan denizcileri ve gemileri olmuştur. Çok ciddi bir açık deniz balıkçılığı geçmişi vardır. Ticaret filosu bir dönemin en yüksek tonajlı filolarından biriydi. Dolayısıyla böyle bir ülkenin deniz müzesinden beklentiler yüksek oluyor. Ama bu beklentilerin bu müzede karşılandığı pek söylenemez.