Schelde Kıyısında İki Deniz Müzesi
[Bu yazı Denizcilik Dergisi 'nin, Temmuz-Ağustos 2014 tarihli 69. sayısında yayımlanmıştır.]
Schelde ırmağı, L’Escault adıyla Fransa’nın kuzeyinden kaynaklanıp, Belçika’yı güneyinden kuzeyine aşan ve Hollanda topraklarında, geniş bir ağızdan Kuzey Denizi’ne dökülen sığ ve yavaş bir akarsudur. Bu ırmağın daha Roma İmparatorluğu döneminde ulaşımda kullanıldığına ilişkin kanıtlar var. Daha sonra Norman saldırıları sırasında Vikinglerin drakkarları bu ırmak üzerinden içerilere girerek savaş ganimetlerini devşirmişler. 1318 yılında ise bir Venedik kadırgasının, Akdeniz’den çıkıp bu ırmak kıyısında kurulu Antwerpen’e (Türkçede daha yaygın kullanılan Fransızca adıyla Anvers’e) geldiği biliniyor. XV ve XVI. yüzyıllarda Antwerpen, bir yanda Britanya Adalarıyla Batı Avrupa arasındaki deniz ticaretinin merkezi bir yanda da Portekiz gemilerinin Doğu Hintelleri’nden taşıdığı malların Hansa Birliği limanlarına aktarıldığı bir merkez haline gelmiş. XIX. yüzyılda ise Avrupa’dan Amerika’ya göçün önemli limanlarından biridir. Bu kitlesel yolcu taşımacılığı 1930’lara kadar devam etmiştir.
Başlangıçta sığ olan bu ırmağın, böylece gelişen gemi taşımacılığına elverişli olabilmesi için birkaç kez derinleştirilmesi gerekmiştir. Antwerpen şu anda Rotterdam’dan sonra Avrupa’nın ikinci büyük limanıdır. Bu, 13,1 m draftlı, hattâ gel-gitten de yararlanılırsa 15,5 m draftlı gemilerin bu limana uğrayabilmeleriyle mümkün olmaktadır. 15.500 TEU’luk Emma Maersk bunlardan biridir.
MAS ve RED STAR LINE MÜZELERİ


Köklü deniz taşımacılığı geçmişi olan bu kentte yakın zamana kadar, Schelde ırmağının sağ kıyısında, kentin oldukça merkezi bir noktasında, tarihi XIII. yüzyıla kadar giden bir kalede (Het Steen) yerleşik, zengin koleksiyonlara sahip bir müze bulunuyordu: Ulusal Deniz Müzesi (1952). Bu müze şimdi, 2011 yılında yeni ve görkemli bir anıt yapıda açılan ve Antwerpen kentine hasredilen Irmak Kıyısı Müzesi’nin (Museum aan de Stroom -MAS, 2011) bir parçası olmuştur. 2013 yılında, gene ırmağın sağ kıyısında, MAS’ın biraz ötesinde, yeni bir deniz müzesi daha açıldı: Red Star Line Museum (2013).
Bu iki müze, limanda ilk işlevlerini kısmen kaybetmiş tarihi rıhtım, bina ve havuzlar arasında yeralıyor: Bonapartedok (Bonaparte Havuzu/rıhtımı) ve Rijnkaai (Ren rıhtımı). 1811 yılında inşa edilmiş Bonaparte havuzu şimdi müzenin bir parçası olan eski bir fener gemisini, evvelce Het Steen’in yanında karada sergilenen bir kaç eski tekneyi (römorkör, motorlu mavna –chaland-) vd. ve zaman zaman bazı yelkenlileri barındırmaktadır. Onun doğu yönünde devamı niteliğindeki Willemdok şimdi gezinti tekneleri limanı görevi yapıyor. Ren rıhtımındaysa 1860’larla 1940’lar arasında kullanılmış ve şu anda korunma altına alınmış tarihi eser niteliğindeki rıhtım vinçleri sergileniyor. Red Star Denizyolu Müzesi, geçen yüzyılın başlarına kadar bu şirketin gemileriyle Amerika’ya göçenlerin gemiye binmek üzere toplandıkları ve işlemlerin yürütüldüğü yapılarda kurulmuş. O nedenle ziyaretçi, henüz müzelerin içine girmeden, denizcilik ve göç tarihinin içinde buluyor kendini.
MAS’IN ÖZELLİKLERİ
Irmak Kıyısı Müzesi (MAS), yenilikçi bir yaklaşımla düzenlenmiş eklektik bir müze. Dördül oturma alanlı binanın her katında, dördülün karşılıklı iki açısını birbirine bağlayan bir doğruyla bölünmüş, üçgen biçimindeki yarım katlardan birinin her iki dış cephesi kör, öbürününse ise bir cephesi bütünüyle diğer cephesiyse kısmen yerden tavana kadar camla kaplı. Bu camlı cepheler “Bulvar” adı verilen ve binanın dört yanından, her katta sonraki cepheye geçilerek, bir üst kata çıkan yürüyen merdivenlerin yeraldığı bir tür dış koridor niteliğinde. Böylece camekânlı cepheler her katta kentin ayrı bir yönüne bakıyor. Bu camekânların berisinde, yere oturmuş, kentin görünümlerini değişik açılardan resmeden gençlere rastlanıyor. Çok geniş ve her katta sergilemeye ayrılan alanının yarısından biraz eksiğini oluşturan “bulvar”ı sergi alanından ayıran iç duvarlarındaysa, benim ziyaretim sırasında, Antwerpen’in 2013 yılında Avrupa Spor Başkenti oluşu nedeniyle kentin spor tarihi fotoğraflarla sergileniyordu. Bu “dikine bulvar” her katta döne döne sonunda ziyaretçiyi altmış metre yüksekten kenti seyretme olanağı veren terasa ulaştırıyor.


Binanın gerek dış cephesi, gerekse en alt kattan en üste kadar “bulvarın” tamamının zemini kırmızı kumtaşı döşeli. Zemininde şaşırtmalı yerleştirilmiş kaplama taşlarının göbeklerinde, çapraz bir doğru üzerine oturtulmuş küçük yuvarlak metal rozetler yeralıyor. Etkileyici.
Biri geçici, diğer beşi ise daimi serginin yeraldığı mekânlar her katta bina kütlesinin kör cephelerine yaslanmış durumda. İşte bu katlardan altıncısında “Dünya Limanı / Ticarete ve Gemiciliğe Dair” başlığı altında, evvelce Ulusal Deniz müzesinde sergilenen malzemenin bir bölümü daha sınırlı bir tematik içinde ziyaretçilere sunuluyor.
Bu katta sergilenen malzemeler Viking saldırıları, ticaret limanı olarak Antwerpen’in İlkçağ ve Ortaçağ’daki durumu, XVI. yüzyılda altın çağı, Uzakdoğu ile ticaret, liman mühendisliği, kolonilerle ve özellikle Kongo ile deniz ulaşımının ve ticaretin merkezi, liman sanayii ve dağıtım, liman işçileri ve limanda çalışma temaları çevresinde düzenlenmiş. Bu düzenlemede kronolojik bir plan da izlenmiş. Temel amacın tarihi nesnelerin sergilenmesinden çok öğretici/eğitici olmaya yöneldiği anlaşılıyor. Örneğin Doğu Hintelleri’yle şu bilinen baharat ticaretine konu olan nesneleri, sofralara geldiği gibi değil de, işte XVII-XIX. yüzyıllarda çuvallar içinde taşındığı şekliyle, kurutulmuş bitkiler olarak göstermek güzel bir fikir… 1845 yılında, British Queen adlı yandan çarklı buharlının, satış koşullarını da içeren açık arttırma ilanı ise neredeyse bir bilgi hapı. Ama çok değerli nesneler de sergileniyor: VII. yüzyıldan kalma, yılanbaşı formunda bir Viking pruva heykeli bunlardan biri.


Müzede drakkarlardan başlayıp, yandan çarklı buharlılardan ve Kongo nehir gemilerinden geçerek, en yeni ve büyük kutuyük gemilerine kadar çok sayıda gemi maketi sergileniyor. Ayrıca limanda çalışma –elleçleme– araçları bölümünde birçok tarihi malzeme görülebiliyor.
Eski yerinde, Het Steen’de, Ulusal Deniz Müzesi kanımca daha kapsamlı ve ilginç bir müzeydi. Özellikle tablolardan önemli bir bölümü bu mekâna sığdırılamamış olsa gerek. Kuşkusuz müze olarak tasarlanmamış bir yapıda bulunuyordu. Ama sanıyorum ki çok daha fazla malzeme sergilenmekteydi. Gerçi bu sorun burada farklı bir biçimde çözülmüş. MAS’ın ikinci katı, “ziyaretçilere açık depo” biçiminde düzenlenmiş. Burada yüzlerce obje görülebiliyor; ama üst üste… Bir başka sorun mekânın çok karanlık oluşu. Sergi mekânları yukarda belirtildiği gibi bir yanıyla binanın kör cephelerine dayalı, öbür yanıyla da “bulvar”ın iç duvarıyla çevrili; dolayısıyla yapay aydınlatılma durumunda; ama o da nedense çok sınırlı tutulmuş. Nihayet bir başka sorun, birçok ilginç tarihi nesnenin, yer döşemesi düzeyindeki diz altı vitrinlerde teşhir edilmesi.


Ana yapının doğusundaki tek katlı pavyonda Antwerpen limanının tanıtım merkezi ile müzenin dükkânı yeralıyor. Birincisinde limanla ilgili, örneğin limanın ayrıntılı bir planı, istatistikleri gibi bilgilendirici belgeler ve tanıtıcı yayınlar edinilebiliyor. Pavyonun merkezinde, yerde, limanın ve Antwerpen merkezinin, altı metre çapında, cam altına yerleştirilmiş ve üzerinde yürünebilen bir hava fotoğrafı bulunuyor. Bu fotoğraf limanın büyüklüğünü çok iyi yansıtıyor. Müze dükkânındaysa, sergilerin odaklandığı konularla ilgili kitaplar, aynı temalar kullanılarak üretilmiş bazı hatıra eşyaları, eski kartpostalların tıpkıbasımları vd. bulunuyor. Kendi payıma Antwerp World Port, on Trading and Shipping başlıklı, limanın gelişimini anlatan ve müzede sergilenen malzemenin fotoğraflarını da içeren bir kitaptan başka pek ilginç bir şey görmedim.
Aralık ayında güneşli bir gündü, ama çok ayaz vardı, havuzların çevresinde pek dolaşamadım. Ziyaretim biraz eksik kaldı.
RED STAR LINE MÜZESİ
1870’lerden 1930’lara kadar, demek ki yaklaşık altmış yıl boyunca, iki milyondan fazla göçmenin Yeni Dünya’da farklı ve müreffeh bir yaşam umuduyla gemilere bindiği Ren Rıhtımı (Rijnkaai) boyunca kuzeye doğru yürünürse, MAS’ın 400-500 metre ilerisinde sağda rıhtım antrepoları, solda ise Montevideo sokağının köşesinde tek katlı, beşik çatılı, tuğlayla örülü, kalkan duvarlı iki yapı görülür. Birincisinin alınlığında 1872-1934 yılları arasında faaliyet göstermiş Red Star Line şirketinin adı, diğerinin alınlığında “Red Star Magazin 2” yazıları okunur. Biri 1894’te, diğeri Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen önce inşa edilmiş bu iki yapının arkalarında, doksan derecelik bir açıyla birleştikleri alanda, mimaride son çığlık bir kule yükselir: Red Star Denizyolları’nın müzesi. Şirket, yok oluşundan seksen yıl kadar sonra, işte bu tarihi yapılarına bir tür geri dönüşle dirilmektedir.


Bu müzenin açıldığını öğrendiğimde, XIX ve XX. yüzyıllarda neredeyse eşit sürelerle, altmış yıldan fazla faaliyet göstermiş bir denizcilik şirketinin ne büyük bir kalıtı vardır düşüncesinin yarattığı umutla müzeye vardım. Ama sonuç doğrusu biraz hayal kırıcı oldu. Bir defa doğrudan denizcilikle ilgili müzelik malzeme hayli sınırlı. Burada eski buharlılardan kalan çok fazla bir malzeme yok ne yazık ki. S/S Gothland’dan bir can simidi, sofra takımlarından az sayıda örnekler, gemilerin kitaplıklarından birkaç kitap; S/S Belgenland II’nin baş çarkçısının çalışma masası, üniforması ve birkaç tablo; onun ötesinde şirketin sahip olduğu ya da kiralayarak işlettiği gemilerin maketleri, fotoğraflar ve basılı malzemeler: gerek gemide kullanılan yemek menüleri, eğlence programları, gerekse afişler, broşür örnekleri, vd.
Anlaşılan, malzeme bu kadar sınırlı olunca müze kurucuları, şirketin temel işlevini, Avrupa’dan Amerika’ya deniz yoluyla göçün bir aracı oluşunu ön plâna çıkarmayı seçmiş görünüyorlar. Bu göçmenlerin büyük çoğunluğu, vahşi kapitalizm döneminde fakirleşmiş Avrupalı kırsal ve kentsel nüfus ile Rusya, Ukrayna, Polonya ve Batı Avrupa’da baskı altında kalan Musevi asıllı kitleden oluşuyordu. 1880’lerde sayıları yılda 25.000 dolayında olan[1]Bir yılda taşınan göçmen sayısı 1913 yılında 117.000 kişiyle doruğa ulaşmıştır. –sadece RSL’nin taşıdıkları– bu yolcuların büyük çoğunluğu güverte yolcularıydı.[2]Bu bilgiler, müzede duvarlara asılı levhalarda bulunmaktadır. Bu metinler ayrıca, ziyaretçilere bir kitapçık biçiminde verilmektedir: Anonim, Textes des salles, (Red Star Line Museum … Tümünü Gör İşte müze, öncelikle bu insanların yolculuk koşulları ve öykülerini kuşatıyor. Göçmenlerin, trenle Antwerpen’e gelişleri, Antwerpen’de ikametleri –birçoğu ilk kez bir büyük kente geliyor–, gemiye binmeden önce sağlık denetiminden geçirilmeleri, kendilerinin ve eşyalarının –hijyen açısından çok kötü koşullarda bulunmaları nedeniyle– (tebhirhanede) tütsülenerek arındırılması, sonra on gün kadar, bazen daha fazla süren yolculuğun fiziki koşulları, New York’a varınca bu kez Ellis Adası’nda yapılan denetimler, bazılarının geri gönderilmesi ve bunlara benzer konular ele alınıyor. Bu olaylar zinciri fotoğraflar, göçmenlere ilişkin kimlik ve aile belgeleri ve tek tük objelerle canlandırılıyor. Bunların yanısıra metin levhalarında ilginç yazılı açıklamalar yeralıyor. Böyle olunca bu müze daha çok, dev sayfaları arasında yürüyerek dolaştığınız üç boyutlu bir resimli kitap gibi görünüyor. Kitabın başlığı da “Göçmenlerin İzinde” oluyor. Şu anda müze yetkilileri, göç ve göçmen öykülerini, onların torunlarının çocuklarından derlemeye devam ediyorlar.


Müzede 1870-1930 yılları arasında deniz yolculuğuna ilişkin ilgi çekici bilgiler ediniliyor. Bu yolcular, en azından 1910’lara kadar, üst sınıflarda yolculuk edenlerle hiç temas etmeyecek şekilde, ana güvertenin altında, ambarların üstündeki bir ara güvertede, gladorada, oluşturulan koğuşlara yerleştirilmiş, ince şilteli, bazen şiltesiz, ranzalarda yatmaktadır. Aileler ile yalnız yolculuk eden kadın ve erkekler ayrı koğuşlardadır.
Kendi çarşaflarını, yemek takımlarını sağlamak zorundadırlar. Aynı mekânda yemeklerini yemekte ve ancak iyi havalarda baş kasarayla vasat bina arasındaki ana güverteye çıkmalarına izin verilmektedir. Gemicilik şirketi bu yolculara Belçika makamlarının saptadığı ölçüler içinde yiyecek sağlamaktadır: kişi başına haftada 2,5 kg patates, 500 gr domuz pastırması, iki ringa balığı; hep bunlar ve sadece bunlar.[3]Textes des salles, s. 96 Üstelik bilet fiyatları da çok yüksektir: 1902 yılında bir üçüncü sınıf –güverte– yetişkin bileti 31 dolardır (günümüz fiyatlarıyla 1000 EUR kadar).[4]Textes des salles s. 60.


(Kaynak: Red Star Museum, Ludion, Antwerpen 2013, s. 1.)
Denizcilik şirketleri daha sonraları aralarındaki rekabet nedeniyle, güverte yolcularının koşullarında, iyileştirmeler yapmışlardır. 1890’larda 12-24 kişilik yatakhaneler, ortak duşlar ve ayrı yemekhane ve oturma mekânları oluşturulmuştur. S/S Belgenland I’de 1898 yılında, manikalar vasıtasıyla alt güvertelerin havalandırılması sağlanmıştır. Fiyatlar da rekabet koşullarına göre dalgalanmaktadır.
Bir göçmen, Saksonyalı Reinhold Liebau, 1887 yılı yazında, gemiye binişini şöyle anlatıyor: “Saat yediye gelmeden, yakındaki bir rıhtıma bağlı Belgenland’a gittik. Yüzlerce göçmenin yanısıra, öteberi satanlar ve bizi seyreden meraklılardan oluşan büyük bir kalabalık vardı. Samandan şilteler yüklü çok sayıda at arabası rıhtıma geldi; liman işçileri, biz güverte yolcuları için getirilen bu şilteleri gemiye yüklediler. Ardından birinci ve ikinci sınıf yolcuları gemiye alındı. Onlar üst güvertelere çıkarıldılar. Sonunda güverte yolcularının da gemiye çıkmalarına izin verildi. İtiş kakış yeniden başladı, herkes en önce çıkmak istiyordu. Bağırış çağırışın, itiş kakışın sonu gelmiyordu. Çocukların durumu daha da kötüydü.”
Müzenin, yolculuk koşullarına ayrılan bölümünde asılı bir levhada, Rusya’dan ABD’ye göçen, sonradan İsrail Başbakanı olacak, Golda Meir’in 1975’te yayınlanan anılarından şu cümle yeralıyor: “Bu keyifli bir yolculuk değildi… Geceleri şiltesiz ranzalarda yatıyorduk, gündüzleriyse, yemek için sırada beklemekle geçiyordu. Sonunda yemek, hayvanların önüne atılır gibi, kepçeyle boca ediliyordu.”
1920’de ana babası ve kız kardeşiyle, S/S Zeeland gemisiyle New York’a geçen, o zaman altı yaşındaki Polonyalı Elieza Meinland bu yolculuktan şunları anımsıyor: “Tabii biz güverte yolcusuyduk. Alt güvertelerde yaşam korkunçtu… Yemekler öylesine berbattı ki, babamla ben gizlice üst mevkilere geçiyorduk. Aslında bu yasaktı, engeller vardı. Ama biz gizlice sızdık ve çöp kutularını bulduk. Mürettebat bazen buradan martılara yiyecek atardı, biz de çöp kutularından atılmış et parçalarını ve kurtarabildiğimiz şeyleri çaldık.”[5]Yolcuların bu anıları, Red Star Line Museum, Antwerp, Ludion, 2013. 128 s. adlı yayından derlenmiştir.
Biraz paralı olan göçmenler ikinci sınıfta yolculuk ediyordu. Burada belli bir konfor vardı. Ama en önemli yararı, bu sınıfta yolculuk edenlerin gerek Antwerpen’de gemiye binişleri öncesinde, gerekse New York’a varışlarında sağlık denetiminden muaf olmaları, ya da pek derin olmayan bir tıbbi muayeneden geçirilmeleriydi.


Birinci sınıf yolcuları ise el üstünde tutuluyordu. Bunlar arasında daha sonraki yıllarda karısı, asistanı ve sekreteriyle ABD’ye gidip gelen Albert Einstein de vardır. Gemide onu sonsuz bir özenle ağırlarlar. Bayan Einstein kocasının horlamasına dayanamadığından ayrı kamaralarda yolculuk etmektedirler. 1933 yılındaki yolculuğundan dönüşte, Prusya Bilimler Akademisi’ne istifasını Red Star Line başlıklı bir kâğıda yazarak gönderir, bir süre Belçika’da yaşadıktan sonra tekrar Yeni Dünya’ya gidecek ve oraya yerleşecektir.[6]“In the Footsteps of Migrants”, Red Star Line Museum Guide. 2013, s. 10.
Göçmenlerin hem gemilerde içinde yaşadıkları zor koşullar, hem de herhalde büyük çoğunluğunun alışık olmadığı ve hemen hiçbir zaman eksik olmayan, ya ölü dalgadan ya da yükselen denizlerden kaynaklanan sallantı nedeniyle, uzun süren bu yolculuklarda hayli hırpalandıkları anlaşılıyor. Göçmenler ayrıca gemiye kabulden önce ve ABD’ye kabulden önce de, onur kırıcı davranışlar, soygunlar, parasızlık nedeniyle de hırpalanıyorlar. Müze, hem yolculuğun kendisini hem de öncesi ve sonrasını, bir tür göç sosyolojisi yaklaşımıyla canlandırmaktadır.
* * *
Schelde kıyılarındaki bu iki yeni müze öncelikle, birincisi bir liman olarak, ikincisiyse Yeni Dünya göçmenlerinin önemli bir durağı, kimilerine göre onlara “kucak açmış” kent yönüyle Antwerp’i öne çıkarıyor. O nedenle bu müzelere salt bir deniz müzesi görmek umuduyla gidenler, aradıklarını belki tam olarak bulamayacaklar. Özellikle ikincisinde, 60 küsur yıl faaliyet göstermiş bir denizcilik şirketinin adının yarattığı beklentiler, karşılanmadan kalıyor. Ama her ikisi de değişik ve ilgi çekici müzecilik anlayışlarının eseri. Bu yönleriyle de görülmeye değer.
Dipnotlar
↑1 | Bir yılda taşınan göçmen sayısı 1913 yılında 117.000 kişiyle doruğa ulaşmıştır. |
---|---|
↑2 | Bu bilgiler, müzede duvarlara asılı levhalarda bulunmaktadır. Bu metinler ayrıca, ziyaretçilere bir kitapçık biçiminde verilmektedir: Anonim, Textes des salles, (Red Star Line Museum Yayını), s 10. Genel olarak bakıldığında 1815-1940 yılları arasında 60.000.000 kişinin Avrupa’dan Amerikaya göçtüğü tahmin edilmektedir. |
↑3 | Textes des salles, s. 96 |
↑4 | Textes des salles s. 60. |
↑5 | Yolcuların bu anıları, Red Star Line Museum, Antwerp, Ludion, 2013. 128 s. adlı yayından derlenmiştir. |
↑6 | “In the Footsteps of Migrants”, Red Star Line Museum Guide. 2013, s. 10. |